Bazı insanları yâd ederken ağzınıza şeker tadı, bal tadı geliyor. Ne mübarek insanlardır onlar! Ruhları şeker hastalığına duçar olanlar maalesef bu tattan mahrum bulunuyor. Bu tadı tatmadan dünyayı terk etmek, pasaportsuz yabancı bir ülkeye seyahat etmek gibidir; adamı “kaçak” etiketiyle içeri alırlar.
Zaman zaman bir dere kenarına giderim; derenin akışından ömrümün akışını seyrederim. Akan suyun bir daha geri dönmemesi gibi, akan ömür de geri gelmiyor. Nefs muhasebesi yapmayacak mıyız; akıp giden ömürde dökülen terler acaba kim içindi?
“Geldi geçti ömrüm benim,
Şol yel esip geçmiş gibi.
Hele bana şöyle geldi,
Şol göz yumup açmış gibi.” (Yunus Emre)
Varlıkta göze çarpan ilk şey harekettir. Taş duruyor sanılır, ama içinde atomlar kaynıyor. Yaratılan her şey hareket halindedir. Nereye doğru gidiyor varlık âlemi? Yaratıcısına doğru bir düzen içerisinde akıp gidiyor. İnsandan başka bütün varlık, onu yaratana secde halinde hareket etmektedir. İnsan, bu konuda muhayyerdir (serbest), ister onu yaratana secde eder, istemezse etmez; ama sorumlu varlık olduğundan ve ona da “secde” emredildiğinden, bundan uzak kalması onu “kaçak” konumuna düşürmektedir. Hangi kaçak mutlu olmuştur?
Boşa geçen bir ömür, Allah’a secdesiz geçen ömürdür. Secde, varlığın sahibini tanıma ve ona kul olma bilincidir. Kimi namazda secdeye kapanır, kimileri de Allah’ın nizamını yeryüzüne hâkim kılmak için şehadet secdesinin yolcusu olur. Mübarek insanlar!
Dalıp gider insan, bazen kuytu yerlerde beyninde kelimeler hareketlenir, kalbinde aşkın bestesi nağmeye dönüşür. Ağaçların yaprakları hışırdar, rüzgâr varlığını hissettirir. Ya! Dünya kuruldu kurulalı ne kadar ağaç yeryüzüne selam vermişse, bu ağaçların yapraklarının hiç biri birbirine benzer olmamıştır. Öyle bir Allah ki, yaratışta tekrarı yoktur.
Sahrada bir ceylan yavrusu zıplayarak otluyor. Bir ağaç, kıyam suretinde yapraklarını açarak hamd makamına ulaşıyor. Bir karınca, cemaat olmanın güvencesiyle hızla ilerliyor. Bir aslan, gücünü toprağa kazıyor, kükrüyor. Bir taş, Allah aşkıyla yüksekten yuvarlanarak kuma dönüşüyor. Bir çöl, “Biz Allah âşıklarıyız.” diye kendini güneşe bırakıyor. Kuşlar, Allah’ın doksan dokuz ismiyle gökyüzünde zikir meclisi kuruyor. Sabah ezanı okunuyor; tüm varlıklar secde halinde; insan, Rabbine secde yapmaya yanaşmıyor!
Dünya mutluluğu bile, varlığın işleyişiyle uyum içinde hareket eden, hayat süren insanlara bağışlanmış bir nimettir. “Ama…” diyerek olumsuzlukları sıralayıp şeytana avukatlık yapacağına, bilinçli bir şekilde Rahman’a kul olup, gönül cennetinde ömür sürsene!
Zihnine daracık dünyasının çöplerini doldurup buna “yaşam” diyen insan ne kadar zavallıdır; zavallı yani düşkün ve muhtaç. Ömründe bir dost bulamayan, kalbine onu misafir edemeyen insan ne kadar yalnız ve de ürkütücüdür!
Dünya denen meydanda
Yaşadığın masaldı.
Öldün gittin öteye,
Tapu dünyada kaldı.
Haramları kendisine iklim yapan insanlardan ve düzenlerden kaçmadıkça, helaller evimize misafir olarak bile gelmez. Ev haram, sokak haram, daha üst yerler haram kaynıyorsa, orada mümin, bir ırmak kenarına gelip akıp giden ömrünü düşünüyor ve gözyaşlarını sonsuzluk yolunun izleri olarak akıtıyorsa, işte bu çağın velisi, dostu odur. Onlarla dost olursan ağzın ballanır, yüzün güler.
“Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun.” diyebilmektir hüner.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci