TARAFSIZ MIYIM? ASLA!..

D. Ali TAŞÇI

 

            Tarafsız olabilir miyim? Veya tarafsız insan olabilir mi?

            Tarafsız insan olabileceğini düşünmüyorum. Bir gazeteci bile tarafsız değildir. “5N1K” kuralına göre haber yazan gazeteciler bile çoğu zaman “tarafsız” bir haber yazamıyorlar. İnanç, görüş ve düşünce yapılarına göre olayları değerlendirip okuyucuya öyle servis ediyorlar. (Bunları, uluslar arası medyanın, savaş esnasındaki tutumlarında gördük.)

            Geçenlerde bir köşe yazarı (bakanlık da yapmış), “Başörtülü bir hakimenin tarafsız olamayacağını, dolayısıyla ona güvenmediğini” köşesinde yazmış. Pek de haksız sayılmaz; çünkü onun inanç ve ideolojisi bunu gerektiriyor. O da inanç ve ideolojisine göre hayatını kurmuş olduğundan, hayata bu pencereden bakıyor. Ne diyebiliriz.

            Aynı şeyi ben de söylersem;

            Ben de Müslümanım. Hayatımın her safhasına İslâm penceresinden bakarım. İnancıma göre tesettür farzdır. Bir kadın tesettüre riayet etmiyorsa, onun hayata bakışı seküler penceredendir. Böyle bir kadının hakime olması ve beni yargılamasında, inanç ve ideolojisinin sesine uyacağını düşünerek tedirgin olurum. Olmasa bile benim tedirginliğimi gideremez; çünkü görüntüsü, benim inançlarıma terstir. “Ne sana, ne sana – laiklik” diyebilirsin. Benim ebedi hayatımın çalınmasına nasıl müsaade edebilirim?

            Anlatmak istediğim, bu topraklarda, bin yıl İslam inancıyla, şöyle veya böyle, yaşamış insanların temelden inançlarını değiştirmek asla mümkün değildir. Bu durum ne sosyolojik olarak ne de psikolojik olarak mümkündür. Yasalar, hayatın akışı ve inançlarıyla çelişiyorsa; orada iki şey olur: Ya iç çatışmalar hiç eksik olmaz ya da kurulu düzenin dışında inanç geliştirenler, kendi içine kapanır ve kişiliksiz bireyler oluşur.

            Avrupa diyoruz. Laiklik diyoruz. Avrupa Hıristiyan’dır. Hıristiyanlığın bir “dünya hayat” sistemi yoktur. Zaten bugünkü Hıristiyanlık, bütün mezhepleriyle, bir “ruhani” dindir ve hayata karışmaz. Kendi içinde “laiklik” zaten mevcuttur. Ona inananların da devletin yapılanmasıyla bir çatışmaları yoktur. Dolayısıyla bu konuda “rejim- halk” çatışması mevcut değildir.

            Ama İslâm öyle değildir ki. İslâm, hayatın tümüne müdahildir. İnançtan ahlâka, hukuktan ekonomiye, özel hayattan, toplumsal hayata kadar her şeyi düzenler; çünkü onun yapısı budur.

            Şimdi birileri çıkar da İslâm’ı, Hıristiyanlık gibi algılar ve onda reforma kalkışırsa, işte orada ipler kopar. İslâm bir dünya Din’idir ve dünyanın dizayn edilmesinde birinci derecede kendini sorumlu kabul eder.

            Sadece dünya da değildir; dünyayı sakinleştirerek asıl öte dünyayı, sonsuz âlemi hedef alır ve böylece insanların ebedi hayatlarında mutlu olmalarının yolunu açar.

            Allah’ın varlığına ve birliğine, yani Amentü’ye inanan ve hayatını bu yolda sürdüren bir Müslüman’ı, beşeri hiçbir ideoloji, hiçbir oluşumla tanımlayamaz, değerlendiremezsiniz. Seküler kafayla Müslümanı anlamak asla mümkün değildir. O nedenle dünyevi hiçbir oluşum, metin, akademik makale, kitap.. gibi rejim ve yazılımlar, İslâm’ı anlayamaz ve tanımlayamaz.

            Çoğunlukla bugünkü anlayış ve algılamalar, “müsteşrik” kafasıyla söylenen, yazılan anlayış ve algılardır. Bu nedenledir ki, ülkemizde sağlıklı bir İslâm algısının ortaya çıkması çok zordur. Birkaç asırdır İslâm’ın hayata yön vermediğini düşünürsek, “Müslümanım” diyenler, İslâm’ı yaşamadan konuşup yazıyorlar; sanki rüyada bir hayat yaşıyorlar ve bu hayat da “ütopik” oluyor, hakikati yansıtmıyor. Senin gördüğün “rüya”yı evladın göremediği için, onun “rüyası” farklı oluyor ve çatışma çıkıyor. Çatışmanın kaynağı burada aranmalıdır; yaşanmayan ve “ütopik” olan hayatların kesişememesi, hayata akmaması! Bir medeniyet rüyasından mahrumiyet ve o rüyanın gerçekleşememesi…

            Diğer yandan ise, seküler yapılanmalar ve dünyevi kafaların oluşturduğu bir yaşamın seni anlaması da asla mümkün değildir. “Camiler açık, sana namaz kılma diyen mi var? Ramazanda oruç tutma diyen mi var?” diyerek, senin rüyalarına giren medeni bir dünyanın böğrüne kılıç saplamasından farksız söylemlerle, kişiliğinin erozyonunu hızlandırmasından başka bir şey yapmıyor, bu söylemler.

            Müslümanlar birkaç asırdır yaşadığımız mağaralardan çıktık, ama “dünya güneşi” çoğumuzun gözünü kamaştırdı ve etrafımızı göremez olduk. Kavanozun içindeki balı dışından yalayarak dilimiz kütleşti ve balın tadını kaybettik. Hakikat gözlüğüne ihtiyacımız olduğu gibi, bal kavanozunu açacak kuvvetli ve maharetli bir ele de muhtacız. Bal ortaya çıktığında arıların etrafımızda vızıldamalarını görüp sevineceğiz. Bu arada eşek arılarının da saldırısı mukadderdir.

      D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci