İnsan tek başına yaşayabilen bir varlık değildir. Hiçbir insan yalnız başına yaşam süremez. İnsanlığın hayat sürdüğü bu dünya tek bir kişinin eseri değildir. Sahip olduğumuz bütün güzellikler veya çirkinlikler geçmişte yaşamış ve bu gün yaşamakta olan insanların ortak eseridir. İnsanoğlunun bu yolculuğuna geleceğin kuşakları da ileriki merhalelerde iştirak edecekler ve kuşaklar arası devirdaim işlemi dünya var oldukça sürüp gidecektir. Bir önceki kuşak yerini yeni bir kuşağa terk ederken, yeni gelen kuşaklar da devraldıkları mirası kendilerinin de ilave edecekleriyle birlikte bir sonraki kuşağa devredeceklerdir. Bu noktada her insan büyük bir sorumluluk taşımaktadır.
Gelecek kuşaklara güzel eserler bırakanları tarih altın harflerle insanlığın ortak belleğine kaydederken, gelecek kuşaklar da bir önceki kuşağı rahmetle ve minnetle anacaklardır. Geriye veya bir sonraki kuşaklara güzel olmayan kötü miras bırakan talihsiz kuşaklar da ne yazık ki pek hoş yâd edilmeyeceklerdir. Türk Milleti tarih sahnesine en erken çıkmış, millet olma bilincini en erken yakalamış millettir. Bu tarihi gerçek Türk milletinin toplumsal uzlaşma kültüründen de erken nasiplendiğinin başka bir göstergesidir. Türk milletinin genlerinde birlik şuuru vardır. Bizim kültürümüze bireycilikten ziyade toplumcu anlayışlar mührünü vurmuştur. Biz dünya sofrasını insanlığın ortak sofrası olarak anlamışız. Asırlarca bu insanlık sofrasına canımıza varana kadar her neyimiz olmuşsa ikram etmişiz.
Biz Türkler asırlar önce kendi iç meselelerimizi halletmiş, her ayak bastığımız coğrafyalar üzerinde yaşayan ve bizden olmayan insanlarla birlikte yaşama ülküsünü hayata geçirmiş, evrensel değerlere ve insanlığın ortak paydalarına cömertçe katkılarda bulunmuş bir milletiz. Bizim Atalarımız, nerede bir zalim varsa tepesine inmiş, nerede bir mazlum varsa elinden tutup ayağa kaldırmayı kulluk görevlerimiz arasında saymıştır. İnsanlığın ortak huzuru ve barışı için her türlü fedakârlığı yapan bu millet ne anlaşılmaz durumdur ki, bugün kendi içinde bir biriyle cebelleşir hallere gelmiştir. Dışarıdan yapılan düşman saldırıları ve içerde oyuna gelmiş bir takım bedbahtların ihanetleri neticesinde şimdi biz bölünme ve parçalanma tehlikesiyle burun buruna gelmiş bulunuyoruz.
Dünya haritasına kısaca bir göz gezdirdiğimizde, koskocaman bir Türk dünyası ve hemen burnumuzun ucunda yer alan, tarihi ve dini bağlarımız olan bir İslam coğrafyasının odak noktasında bulunmanın avantajlarını ne yazık ki iyi bir şekilde değerlendirebilmiş değiliz. Suni korku ve düzmece şüphelerle sürekli düşman üreten ve arayan bir yanlış bakışla son iki asırdır hareket alanımızı daraltarak kendimizi Anadolu coğrafyasına hapsetmiş bulunuyoruz. Bırakın Anadoluya hapsedilmişliğimizi, şimdi Anadoludaki birlikteliğimizi kaybetme delaletini yaşıyoruz. Cihana ışık saçmış, dört kıtada at koşturmuş, çokluk içerisinde tekliği inşa etmeyi başarmış, farklı ırkları ve dinleri bir arada yaşatmış bir millet olarak bugün toplum barışımızı nasıl tesis edeceğimiz konusunda ne yazık ki henüz ortak bir yol bulabilmiş değiliz. Bu yaramızın depreşmesinin en önemli sebebi, aydın ve entelektüel kadrolarımız arasında yaşanılan dejenerasyondur diye düşünüyorum. Aydın ve entelektüellerimizdeki bu hastalık zaman içerisinde toplumun bütün kategorileri arasına adeta bir virüs gibi sirayet etmiş, neticesinde de Anadolu ikliminden maalesef uzak düşülmüştür. Anadolu ikliminden nasipsiz olarak yetişen kuşaklararası ilişkiler bozulmuş ve biz deme özelliğimizi kaybederek, ben diyenlerin ve toplumsal uzlaşma kültürümüzü dejenere edenlerin düdüğü öter olmuştur.
Asırlarca birlikte ağlayıp birlikte gülmüş, daha dün Sarıkamışta ve Çanakkalede ortak düşmanlara karşı sırt sırta dövüşmüş şühedaların bugünkü yetimleri olan bizlerin, bir takım kirli oyunlara alet edilerek birbirimize küsmemiz anlaşılabilir ve izah edilebilir bir durum değildir. Bu coğrafyada yaşamakta olan insanların büyük bir ekseriyeti şükürler olsun ki Müslümandır. Hiçbir ayrım gözetmeksizin kendi aramızda kız alıp kız vererek inşa ettiğimiz akrabalıklarımız vardır. Üst kimlik olarak Türklükle bu devleti birlikte taçlandırmıştık. Bir bütün olduğumuzu Kederde, kıvançta, tasada bölünmez bir bütün olduğumuzu dünyaya haykırmıştık. Şimdi bize neler oldu ki, dün dedelerimizin böldürmediği, düşman çizmelerinin kirletmesine izin vermediği vatan topraklarımızı bin bir parçaya bölerek ele geçirmek isteyen küresel eşkıyaların oyunlarına gelerek kardeşliğimizi bozuyoruz. Hep birlikte yaşamaya ve bir olmaya mahkûm olduğumuzu unutarak neden ayrılık şarkıları söyler olduk. Tekrar ısrarla altını çiziyorum. Bütün hastalıklarımızın kaynağında Anadolu ikliminden kopuşumuz yatmaktadır. Şeyh Edip Aliden, Yunustan, Mevlanadan, Hacı Bektaşi Veliden, Ahmet Yeseviden kopuşumuz bizi bu günkü hallere taşımıştır. Birlikteliğimizi yeniden kurmak, bozulan kardeşliğimizi yeniden inşa etmek, ortak geleceğimizi sağlam temellere oturtabilmek, koptuğumuz yerlere yeniden dönüş yapmamıza bağlıdır. Allah milletimize birlik ve dirlik nasıp eder inşallah.