Tarih, milletler arası mücadelelerden ibarettir. Bu mücadelede kullanılan silahlar her gün değişmekte ve her saniye yeni silahlar, yeni savaş yöntemleri hızla geliştirilmektedir. Küresel eşkıyaların bugün sahip oldukları nükleer stoklar koskoca bu dünyayı bir iki saniyede canlısız bırakacak kapasitedir. Böylesine tehlikeli boyutlarda silahlanmanın arka planında kendisini savunmaktan ziyade başkalarını yok etme acımasızlığı yatmaktadır.
Böylesine muvazenesi bozulmuş, böylesine hak çizgiden kopmuş, böylesine şeytanlaşmış canavarların hegemonyasına girmiş bir dünyada olup bitenleri veya olması muhtemel gelişmeleri başkalarının gözlüğüyle görenler, kendi penceresinden olup bitenlere kör olanlar, ne yazık ki bu savaşı bugünden kaybetmiş bulunmaktadırlar.
İnsanlar arasındaki ilk savaş insanoğlunun toprağa hükmetmeyi başardığı, vahşi coğrafi şartları lehine çevirdiği gün başlamıştır. Tarım toplumu süreci öncesindeki insanlar arası bozuk ilişkiler, savaş olmaktan daha çok münferit kavgalardır. Savaşlar; kavgalardan daha geniş hacimli ve daha yıkıcı kapsamlı olaylardır.
Yaşlanmış bu dünya, yakın tarihte iki tane cihan savaşına sahne olmuştur. Bu savaşların arka planlarına baktığımız zaman tıpkı tarım dönemindeki savaşların sebeplerine benzer nedenlerin varlığını görüyoruz. Tarım toplumu döneminde toprağa hükmetmeyi başaran insanların savaş sebebi toprağın altında ve üstünde bulunan zenginlikleri paylaşmak ihtirasıdır.
İçinde bulunduğumuz ve sanayi toplumu veya bilgi çağı toplumu ikilemini yaşamakta olduğumuz günümüzde de cereyan etmekte olan savaşın en önemli sebebi; yeryüzünde bulunan değerli madenler ve stratejik coğrafyalardır.
Batı dünyası emperyalist bir dünyadır. Kuzey batı dünyası güney doğu dünyasını asırlardan beri sömürmüş ve bugün de sömürmeye devam etmek istemektedir. Bugün dünyanın birçok bölgesinde cereyan etmekte olan şeytanı oyunlar ve savaşlar hep bu sebeplerle olmaktadır. ABD ve onun açık ya da gizli ortaklarının Afganistan’daki, Ortadoğu’daki vahşetin amacı; söz konusu bölgelerdeki zenginlik kaynaklarını ele geçirmek isteğinden başka hiçbir şey değildir.
Akan bunca kan ve gözyaşının, katledilen iki milyona yakın masum insanın, ırzları kirletilen iki yüz bine yakın kız veya erkek çocuğun günahlarını bu yaşlanmış dünya, gelecek nesillerden nasıl gizleyecektir? Dünyada korkunç bir vahşet yaşanmaktadır. İktisadı, kültürel ve siyası alanlarda çok şeytanca hazırlanmış senaryolar sahnelenmektedir. Ne yazık ki bu senaryolar zihinsel olarak işgale uğramış, millet bireyi olma şuur ve idrakini yitirmiş mahalli işbirlikçi takımınca sahnelenmektedir.
Türkiye, sahip olduğu coğrafyanın stratejik konumu sebebiyle tarihin her döneminde dünya canavarlarına hedef olmuş ve bugün de maalesef ana hedef durumundadır. Türk coğrafyasına hükmetmeden dünya coğrafyasına hükmetmek imkânsızdır. Bu gerçeği bilen emperyalist odakların gizli gündemlerinin ilk maddesi Türk dünyasıdır.
Biz bu konuyu kendi penceremizden görüp, meseleyi Türkçe okumada gecikirsek, bizi; millet olarak çok çetin günler beklemektedir. Türkiye ve Türk insanı bugün ciddi tehditlerle karşı karşıyadır. İnsanımız ciddi anlamda zihinsel olarak işgale uğratılmış ve sırada fiili işgal tehdidi vardır. Mesele, öyle birilerinin göstermeye çalıştıkları kadar tozpembe değildir.
Dünyada olup bitenleri Türkçe okuyup yorumlayabilmek için Türkçe düşünebilmek ve Türkçe görebilmek şarttır. Toplum geneline hâkim olan güdümlü televizyon kültürüyle bu meselelere sağlam teşhisler koymak veya tutarlı stratejiler üreterek karşı durmak çok zordur.
Milletçe silkinmek ve temel orijinlerimize dönüş yapmak mecburiyetindeyiz. Üzerimize serpiştirilen batı referanslı bütün küllerden silkinip kendi medeniyetimize yeniden pencere ve kapılar açmak zorundayız. Dinlerin bile sömürü aracına dönüştürüldüğü, her şeyin sabahtan akşama hızla değiştiği, her gün ve her saniye yeni akıl oyunlarının üzerimize kurulduğu bir süreçte biz; sen-ben kavgasıyla düşmana uygun alan açmaktan hızla vazgeçmeliyiz.
Seçimimizi en kısa yoldan yapmaya mahkûmuz. Ya bu kirli dünyanın peşine takılıp esarete razı olacağız ya da kendimize dönüş yaparak bu dünyaya isyan bayrağı açacağız. Bugünden sonra denge politikalarıyla bu işleri götürmek zordur. Yediden yetmişe ayağa kalkarak özgürce yaşamaya karar vermek durumundayız.
Her şeyden önce bu necip milleti televizyon kültüründen kurtarıp reddi miras etmiş olduğumuz kendi kültür dünyamıza dört elle sarılmalıyız ki kaybettiğimiz kendimizi yine kaybettiğimiz kendimizde bulmalıyız. Milli eğitim ve kültür politikalarımızı yeniden kurarak bozulan devlet rotamızı, millet kimyamızı, düşünce dünyamızı yeniden inşa edebilmeliyiz.
Her zor anımızda hatırladığımız veya tek çare olarak sındığımız şu veciz reçeteyi bir kere daha hatırlatarak yazımı noktalamak istiyorum: Ey Türk! Titre ve kendine gel!