Hayatı, maddî şeylere sahip olmak ve onları nefsi putlaştırmak ve insanlara zulmetmek için kullanan zalim ve kaba insanlara söyleyecek pek sözümüz yoktur. Herkes yaptığının karşılığını göreceği ve alacağı günü beklesin. Ancak, ruhunda insanlık ışığı, güzel ahlâk mayası bulunan insanların “nazik” olmalarını ve nezaket kurallarına uymalarını, “kaba”lıktan uzak durmalarını, nezaketi bir varoluş sebebi olarak görmelerini tavsiye ederim. Bu nedenle, ümmeti olmaktan şeref duyduğumuz Rahmet Peygamberi Efendimiz (a.s.)’in nezaket denizinden birkaç damla sunmak istiyorum:
Resulullah (a.s.) iyi ve güzel huylu olup bütün insanlara çok nazik davranırdı. Her zaman mütebessimdi. Yüzünde daima ışıldayan bir parlaklık ve neş’e ifadesi vardı. Bu dünyada çok hafif görünen nezaketin, Hesap Günü’nde çok ağırlığa sahip olacağını söylerdi.
Evinizin kapısının zili çaldığı zaman, “babamız/kocam geldi” diye sevinçle ayağa fırlayan çoluk-çocuğa sahipseniz, ne güzel; ama “Eyvah, karabulut evimizin içine çökecek!” diye korkuya kapılan çoluk-çocuğunuz varsa -ki müsebbibi sizsiniz- kendinize “ümmet” adına çeki düzen vermek zorunda olduğunuzu unutmayın. Hayatın her bölüm ve anında olduğu gibi, Müslümanların nezaket konusunda, geçinebilirlilik konusunda da en önde olmaları gerekmektedir.
“Nasılsınız?” “İnşallah iyi olacağız!” Şu soru cevaba bakınız! Güya Müslümanların düştüğü zilleti duyumsayan, duyarlı bir ruha sahip olduğunun zımnî (dolaylı) bir ifadesi olarak karşımıza çıkan bu tarz konuşmalar, aslında arabesk bir anlayışın, melankolik bir dışavurumudur. Evet, iyi niyetle söylenmiş bir “bilinç”i simgeler belki; ama aynı zamanda umutsuzluğu da içinde barındırır.
Mü’min neş’eli olmalıdır; çünkü o daima umutludur. Mü’min, hiçbir şart altında asla kaybı olmayan insanın adıdır. Neşeli insan, umutlu insan nazik olur. Yüzünden zakkum damlaları damlayan ruhu kararmış bir insan nasıl nazik olsun ki? Nezaket, çiçeklenen ruhun mis kokusudur.
Resulullah (a.s.), birisiyle karşılaştığında selâm verirdi. Onunla özel olarak konuşmak isteyen olduğunda o yanından ayrılmadıkça, Resulullah (a.s.) yüzünü başka tarafa çevirmezdi. Aynı şekilde herhangi bir kimse ile musafaha yaptığında karşısındaki elini salmadıkça o elini bırakmazdı. Peygamber (a.s.) ashabıyla toplu olarak bir arada oturduğunda ayrıcalıklı bir yere oturmazdı. Hatta öyle olurdu ki, Medine’ye gelen yabancı heyetler mescitte oturan Resulullah (a.s.)’ın kim olduğunu ayırt edemezlerdi.
Resulullah (a.s.) sataşma, istihza (alay) ve insanların kaba söz ve davranışlarına daima hoşgörüyle bakmış, şikâyetçi olmamıştır. “Allah indinde en kötü insanın; küstah ve kötü söz söylediği için insanların görüşmeyi kestiği insan” olduğunu söylemiştir.
Selâmlamada önce davranan hep o olurdu. Yolda yürürken gördüğü kadın, erkek, çocuk herkese selâm verirdi.
Bir alacaklı, Resulullah (a.s.)’tan kaba bir tavırla aldığını istediğinde, Ömer b. Hattab onun üzerine yürüdü. Peygamber (a.s.): “Ey Ömer, dur! Benden borcumu ödememi, ondan da sabırlı olmasını istemen daha doğru olur” buyurdu.
Meclisinde bulunan hiç kimse Resulullah (a.s.)’ın kendine karşı kaba veya küçümseyici bir tavrını asla hissetmemiştir. Söz veya hareketle hiç kimseye hakaret etmemiş, gücendirmemiştir. Hiç kimse O’ndan kötü söz işitmemiştir. Hiç kimseye arkasını dönmezdi. Meclisinde oturan herkes azami derecede saygı ve şerefli muamele gördüğünü hissederdi. Arkadaşlara nazik davranmanın hayırlı bir iş, her hayırlı işin de bir sadaka olduğunu söylerdi. “İçinizde en iyi olanınız şahsiyet ve ahlâk olarak en iyi olanınızdır” buyurmuştur. Bir defasında, içi dışından, dışı içinden görülebilenlere cennette yüksek köşkler bulunduğunu müjdelemiş ve bu binaların nazik ve tatlı konuşanlar için olduğunu söylemiştir. Hesap Günü’nde müminlerin tartısında nezaketten fazla bir şeyin ağır gelmeyeceğini, çünkü Allah’ın kaba ve terbiyesiz insanları sevmediğini söylemiştir. Terbiyeli bir insanın iyi ilişkisinden ötürü, namaz kılan, oruç tutan biri gibi sevap kazanacağını dile getirmiştir. “Bir parça nezaket verilen insana bir hayır verilmiştir, bir parça nezaketten mahrum insan da hayırdan yoksundur” buyurmuştur.
Kısaca Allah Resulü (a.s.) nazik, müşfik, terbiyeli, iyi ahlâklı, güzel huylu ve ılımlı, mükemmel bir insan modelidir. Bu ahlâkı çölün sert, kaba ve cahil insanlarına vererek, onları dünyanın öğreticileri ve önderleri kılarak sonsuz bir medeniyetin kurucusu olmuştur. Kadın erkek, zengin fakir, büyük küçük herkese karşı davranışı aynıydı. Herkesle medenî, nazik ve terbiyeli konuşurdu. Kur’an-ı Kerim, O’nun niteliklerini şöyle anlatır: “Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi.” (3:159)
Ümmeti olmakla övündüğümüz Efendimiz’in hayatından bir kesit sunmaya çalıştım. O’na benziyor muyuz? Bu yazıyı, aile ortamında okurken yüzümüz kızarıyor mu, yoksa “Ben O’nun yolundayım” mi diyoruz? Nezaketin birinci kuralı, insanların sizin yanınıza gelmekten çekinmemeleridir. Alaycı, kaba, toplumda kusurları yüze vuran insanlar sevilmezler; çünkü onlar nazik değiller, kabadırlar.
Çoluk çocuğumuza ve çevremizdeki insanlara karşı nazik olsak, yarınlar gülümseyerek bizleri karşılayacaktır. Yarınımızı karartmayalım. Nazik olunuz, hayat size gülecektir.