Milliyet Gazetesi köşe yazarı Osman Ulagay'la Yenişafak'tan Murat Aksoy'un yaptığı röportaj:
Kapatma davasından başlayalım. Bu dava sizin kitabınızda laik fiyasko olarak nitelediğiniz türden bir girişim mi?
Ben kapatma davası haberini ilk duyduğumda, benim kitapta eleştirdiğim davranış biçiminin aynen tekrarlandığını, cumhuriyet mitinglerinden 22 Temmuz seçimlerine kadar yaşanan sürecin sonuçlarından hiç ders alınmadığını düşündüm. Burada bir ayrım yapayım, ben AKP'nin kapatılma davası ile ilgili olarak hukuki süreç üze-rine bir yorum yapamam, işin bu yönü bilgi alanıma girmiyor. Ama bu davanın algılanışıyla ilgili bazı gözlemlerim var. Davanın açılmasının ardından bazı kişilerin, tıpkı cumhuriyet mitingleri döneminde olduğu gibi bir umuda kapıldıklarını, sevinç duyduklarını gördüm. Bu sefer askerin değil yargının işe el atmasıyla insanların bir kez daha AKP'den kurtulma umuduna kapıldıklarını gördüm. Aradan geçen sürede hiç ders alınmamıştı sanki. Aklıma gelen soru şu oldu: "Her şeyi baştan mı yaşayacağız?". Yazdığım kitapta da siyaset dışı hiçbir yolun AKP'ye muhalefet cephesine yarar getirmeyeceğini anlatmaya çalıştım ama hiçbir yararı olmadı galiba...
ASKER OLMADI ŞİMDİ YARGI KULLANILIYOR
Neden aynı şey yaşanıyor sürekli olarak?
Bu tepkiyi gösterenler kendilerini o kadar çaresiz ve siyasi alternatif üretemeyecek bir konumda görüyorlar ki, birileri gelip bizim adımıza bir şey yapsın diye bekliyorlar. Geçen yıl yaşanan süreçte askerden medet umdular, şimdi yargıdan medet umuyorlar. Her iki örnekte de siyaset dışı bir güçten medet umuluyor. Bana öyle geliyor askerin ve yargının siyasi sonuç doğuracak etkisi azalırsa onlara umut bağlayanlar siyasetten başka yol olmadığını anlayacak ve ancak o zaman bütün gücünü siyasi alternatif oluşturmaya verecek ve toparlanabilecek bu kesim. Bu kesimdeki sivil girişimler de ancak o zaman daha etkili olabilir...
Peki bu yaşanan süreç neyin sonucu?
Şimdi 85 yıllık bir süreci özetlemek zor ama şöyle açıklamaya çalışayım. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana, kendisini devletin, rejimin kurucusu ve sahibi olarak görenler geniş bir toplumsal kesimi dışladı. Çok partili sisteme geçilince Demokrat Parti ve onun devamı sayılabilecek olan partiler bu dışlanan kesimi siyaset sahnesine taşıdı ve yapılan seçimlerin çoğunu da bu partiler kazandı. 1980'den beri yaşanan süreçte ise daha önce dışlanan kesimin çok boyutlu yükselişine tanık oluyoruz. Sanki yeni bir orta sınıf oluşuyor ve bu kesim yükselmenin yarattığı imkanlardan, fırsatlardan yararlanmak istiyor. Yıllar yılı kendilerini dışlanmış hissedenler şimdi ekonomik imkanlara da kavuşmuş bir yeni orta sınıf olarak sisteme damga vurmak istiyor. Kendi özlemlerini, yaşama tarzını, inanç sistemini öne çıkarmak istiyor. Kendilerini cumhuriyetin, devletin, ülkenin sahipleri olarak görenler ise bundan rahatsız oluyor. Bu belki anlaşılabilir bir tepki ama değişimi önlemeye yeterli değil. Bir toplumsal değişim yaşanıyor ve bu değişimi görmemek, yok saymak mümkün değil. Yok sayarsanız toplumun önemli bir kesimini dışlamış oluyorsunuz..
BATIDA DİN GÜNDELİK HAYATIN İÇİNDE
Ne tür bir tehdit bu?
İki boyutu var bu tehdidin. İlki hayat tarzı ile ilgili. İkincisi ve benim daha önemli bulduğum boyutu ise ekonomik. Türkiye laikliği savunan kesimin uzun süre ekonominin köşe başlarını tuttuğu bir ülke. Buna bağlı olarak az sayıda grup, ekonominin büyük bir kısmını kontrol etmiş. Bu büyük gruplar devletin korumacılık politikaları ile de kendi güçlerini artırmış. Ancak şimdi bu yapı değişiyor. Küresel ekonomi geliştikçe rekabet ortamı oluşuyor ve piyasaya yeni oyuncular, daha küçük ve daha dinamik ekonomik aktörler giriyor. Bu yeni ekonomik aktörler, büyük ekonomik aktörlere rakip olmaya başlıyor.. Bu durum tabii ekonomik alanda bir iktidar kaygısı yaratmış olabilir. Bu söyleyeceğim şey ilk bakışta yadırga-nabilir ama ben bu yükselmekte olan yeni ekonomik güçlerin bir bakıma Batı'daki burjuvalara daha çok benzediğini düşünüyorum.
Nasıl yani, açar mısınız biraz?
Batı'daki mülklü sınıflara baktığımızda onların ideolojik donanımları, kültürleri içinde din faktörünün önemli bir yere sahip olduğunu görürüz. Batılı toplumlar, Hıristiyan toplumlar hayatlarında din faktörünü dışlamamıştır. Bu Batı burjuvası için de böyledir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'de yükselmekte olan yeni sınıfın dini hassasiyetlerini dikkate aldığımızda, yükselmekte olan yeni orta sınıfın Batı'daki muadillerine daha çok benzediğini düşünüyorum ben. Bu demek değil ki, laikliği vurgulayan kesimdeki patronlar dini dışlıyor. Ama biliyoruz ki, bu kesimde din ön planda değil..
Bu sınıflarla AK Parti arasında nasıl bir ilişki var?
AKP yeni yükselmekte olan bu sınıfın siyasi temsilcisi olarak siyasetin merkezine oturdu. Ancak AKP'nin bugüne dek yaptıklarına baktığımızda Latin Amerika solu ile de benzerlikler görüyoruz..
Kapatılma güçlendirir
AKP'nin kapatılmasının doğurabileceği siyasi ve ekonomik sonuçlarla ilgili olarak bir iki noktaya değinmek istiyorum. Anayasa Mahkemesi'nin davaya bakma kararının açıklandığı gün 2007 yılına ilişkin milli gelir rakamları da açıklandı ve ekonomimizin geçen yıl beklenenden de yavaş büyüdüğü ortaya çıktı. Bu da gösteriyor ki AKP'nin ekonomideki başarısının sınırına gelinmiş durumda. Ayrıca küresel krizin etkileri asıl bundan sonra bize yansıyacak. Yani bu dava gündeme gelmemiş olsaydı AKP'nin kendi icraatı nedeniyle, kendi yetersizlikleri nedeniyle puan kaybedeceği, seçmen desteğinin zayıflayacağı bir döneme girilmiş olacaktı ve gündeme de bu tartışmalar damgasını vuracaktı. Oysa şimdi AKP'nin kapatılmasıyla ilgili tartışma öne çıkacak, dış dünyada da bu tartışma yankılanacak. AKP'den kurtulmak için bu davaya umut bağlayanlar bir kez daha kendilerini aldatıyor bence. Sonuçta AKP kapatılsa bile o partiye vücut veren anlayış daha da güçlenmiş olarak varlığını sürdürecek..
AKP politikaları 'Latin solu'una benziyor
AKP bence sol bir parti değil, kendisini de böyle tanımlamaz her halde. Ancak Latin Amerika'da yeni yükselen sol hareketlere baktığımızda AKP ile bazı benzerlikler görüyoruz.. Bu hareketler de daha önce siyaset sahnesine çıkmamış ya da çıkamamış olan toplumsal kesimleri mobilize ederek güç kazandılar. Bunlar, Türkiye gibi gelir dağılımının çok bozuk olduğu Latin Amerika'da zenginleşmeden pay alamamış, siyasette etkili olamamış toplumsal sınıflar. Bu sınıfların siyasal alana çıkmaları demek demokrasinin imkanlarından yararlanmaları, sosyal politikalardan, doğrudan desteklerden yararlanmaları demek. Bu açıdan bakıldığında AK Parti, bu partilere yakın duruyor. Yani bir şekilde toplumsal açıdan dışlanmışları siyasete ve sisteme taşıyor ve bu ke-simlere çeşitli sosyal programlardan yararlanmalarını sağlıyor. Uygulanan bu sisteme sadaka ekonomisi vs denebilir ama gerçek şu ki, toplumun büyük bir kesimi bundan önce hiç yararlanmadığı sağlık hizmetlerinden yararlanıyor, öğrencilere doğrudan destek sağlanıyor, kitapları ücretsiz dağıtılıyor. Zaten AK Parti'nin yoksul kesimlerden aldığı oy da bu projelerin etkili olduğunu gösteriyor. Tabii uluslararası ekonomik konjonktürün elverişli olması ve AK Parti'nin de bundan yararlanmayı becermesi de bu sonucun alınmasında etkili oldu....
ABD, krizi 20 yıldır balonlarla erteledi
Dünyada yaşanan ekonomik krizin sonu nereye varır?
Yaşanmakta olan kriz, ABD'nin 20 yıldır ertelemeyi başardığı bir kriz. ABD'nin krizi toplumun büyük kesimine gelir ve rafah artışı yaratamayan bir ekonomi haline gelmesinden kaynaklanıyor aslında. Bunu telafi etmek için balonlar yaratıldı. 1990'lı yıllarda bu balon "yeni teknoloji"ydi. Bunun hisse senetlerine getirdiği artışla 90'lı yıllar kurtarıldı. Şimdi de "konut" balonunun çöktüğü noktadayız. Konut balonu çok daha geniş bir toplum kesimini ilgilendiriyor. İnsanlara kazandıkları gelirle satın alamayacakları evleri mortgate kredileri ile sattılar. Konut talebi patladı ve bu balonla konut fiyatları tırmandı. Ayrıca konutların artan değeri esas alınarak kredi kullandı Amerikalı tüketici ve artan tüketimle ekonomi büyüdü ama şimdi bu oyun bitti. Konut fiyatları düşmeye başlayınca bu süreç tersine işliyor şimdi. Ev fiyatları düşünce ucuz krediler pahalı krediye dönüştü ve insanlar evlerini terk etmek zorunda kaldılar. Yani gelirinden fazla harcayanların iflas edişi bu. Borca dayanan bu sistem çöktü. O borç piramidin altındaki insanlar ve bankalar ezilmeye başladı. ABD bundan sonra ayağını yorganına göre uzatacak ve halkını yeniden tasarrufa yönlendirmek zorunda kalacak. Ve ABD'de devlet ekonomiye daha çok müdahale etmek durumunda, bankaları ayakta tutmak, mali sistemin çökmesini önlemek için zaten bunu yapıyor.
Bunun Türkiye'de olumlu ve olumsuz etkileri ne olur?
Türkiye için risk ekonomimizin son yıllarda tamamen dış kaynakla kendini finanse edilen bir ekonomiye dönüşmüş olması. Bu risk ortamında Türkiye'ye akan para azalabilir, bu bizim için ciddi bir risk. Olumlu olabilecek yanı ise, küresel piyasadaki büyük paranın şimdi riskli hale gelen ABD yerine daha az riskli görünen piyasalara yönelme olasılığı. Bu piyasalardan biri de Türkiye olabilir ama bunun bir şartı siyasi istikrar ve mali disiplin. Siyasi istikrar olmayan bir ülkeye yatırım gelmez. Bunu sağlayamazsak daralmanın etkilerini hissedebiliriz. Türkiye'nin 2001 yılında yaşadıklarımın daha derinini şu anda ABD yaşıyor. ABD birkaç çeyrek resesyon, yani daralma yaşayacak. Doların değer kaybetmesi ile ABD ihracat eksenli bir ekonomik büyüme sürecini tercih edebilir ve bu da dünya ekonomisinde yeni gelişmelere neden olabilir. Bütün bunların etkilerini önümüzdeki dönemde göreceğiz ama çok riskli bir dönemden geçtiğimizi hiç unutmayalım.
Türk solu'nun dine bakışı toplumla buluşmasına engel
Türkiye'de siyasette iki ana akım var. Bunlardan bir tanesi, devletin kurucu kadrolarının uzantısı olan ve ülkeyi tek parti olarak yönetmiş olan CHP geleneği ve onun uzantısı ile gelen hareketler. Bu hareketler ülkeyi yönetme ayrıcalığının kendilerinde olduğunu düşünüyorlar. Buna halk desteğini eklemek istiyorlar. İkinci akım ise siyasette söz sahibi olmak için halk desteğinden başlamak gerektiğine inanıyor. Yani ilk akım yönetici konumunda olmayı normal sayıp buna halk desteği sağlamak istiyor. Diğer gelenek ise yönetim hakkını elde etmek için halk desteğini şart koşan, başka bir yol olduğuna inanmayan bir çizgi.
Bu ikinci akımda din faktörü kendiliğinden yer almıştır. Türk solu da büyük ölçüde laik hareketlerin çevresinde olduğu için birinci akımdan beslenmiştir. Türk solunun din konusundaki soğuk tavrı, solun toplumla buluşmasına engel olmuştur. Türkiye'de solun önemli bir handikapı da, Batı'daki gibi, ekonomik olarak sınıfların çok geç oluşmasıdır. Türkiye'nin sanayi toplumu değil tarım toplumu oluşu ikinci siyasal akım için daha uygun bir tabanı kendiliğinden yaratmıştır. Türkiye'deki solun gelişmemesi konusunda önemli bir engel de entelektüel birikimin geç başlaması. Temelinin olmaması...
AKP metanetli olmalı
AK Parti bu süreçte ne kadar soğukkanlı davranırsa o kadar kazançlı çıkar. Çünkü toplumun büyük kısmı bugün AKP'ye kredi açmış durumda. Eğer AKP'nin karşısında siyasal olarak bir alternatif yoksa bu partiyi kapatma, bu kadroyu yasaklarla siyasetten uzaklaştırma girişimi bir kez daha ters teper, toplumun geniş kesiminin gözünde ters teper. Ama AKP bu süreçte gerilimi tırmandırırsa süreç farklı yaşanabilir...