Utanmazlığa İsyan Yazısı

Kurulan komployu görmek için ne özel bir istihbarata, ne de özel bir analiz yeteneğine ihtiyaç vardı. Oysa onlar utanmazlıkta zirve yapmıştı....

Gülay Göktürk/Bugün

Hiç utanmıyorlar

2006 yılı Mayıs'ında Danıştay Saldırısı'ndan birkaç saat sonra kaleme aldığım yazı şöyle başlıyordu:

"Aslında her şey ortada! Aylar öncesinden beri işaret ettiğimiz bir süreç adım adım ilerliyor. Rejim tehlikede... Ama Sezer'in, Baykal'ın ya da Teziç'in kastettikleri anlamda bir tehlike değil bu. Rejimi tehdit eden şey, ne irtica, ne türban, ne AKP...

Türkiye Cumhuriyeti, demokratik rejime yönelik ciddi bir komployla karşı karşıya." Gözü kör, kulağı sağır, aklı ipotek altında olmayan herkesin hemen görmesi gereken bir tabloydu bu. Kurulan komployu görmek için ne özel bir istihbarata, ne de özel bir analiz yeteneğine ihtiyaç vardı. Ama kamuoyu oluşturma gücüne sahip kişi ve kurumlar arasında o kadar azdı ki aklı ve vicdanı hür olanlar...

Olaydan üç gün sonra. 21 Mayıs tarihinde "Yine mi özeleştiri yapacaksınız?" başlıklı yazımda bu tabloya şöyle isyan ediyordum: "19 Mayıs sabahı gazeteleri önüme açtığımda 97-98 yıllarına geri dönmüş gibi oldum birden. Aradan onca yıl geçmemişti sanki, 28 Şubat'ın karanlık günlerindeydik, "mahşerin beş atlısı" toparlanıp yola koyulmak üzereydi.

Üniversitelerden, yüksek yargı organlarından, sivil toplum kuruluşlarından gelen kimi açıklamalar herkesin kendi repliğini çok iyi bildiğini, öyle ki bu defa brifinglere bile ihtiyaç olmadığını gösteriyordu.

28 Şubat medyası da karşımdaydı. Birkaç gazeteyi bir yana ayırırsak, büyük medya yine tıpkı o günlerdeki gibi "görevdeydi"! Danıştay baskını karşısında yaşanan şokun hükümete yönelik bir öfkeye dönüşmesi için elden gelen her şey yapılıyordu yine...

Kendi kendime düşündüm: Önümüzdeki bir yıl atlatılırsa, AK Parti kurmayları bu fırtınalı denizde gemiyi oraya buraya çarpmadan kıyıya yanaştırmayı başarırlarsa, yeniden 3 Kasım sonrasına benzer bir istikrar havası doğarsa, bugün bu yayınları yapanlar ne yapacaklar?

Bir terör olayı bahane bilinerek giriştikleri hükümet düşürme operasyonunun hesabını nasıl verecekler? Bu defaki andıçlar ne zaman deşifre olacak? Bu defaki çark edişler nasıl bir üslupla yapılacak? Yine bugün okuduğumuz gibi özeleştiri metinleri mi okuyacağız?

Nasıl oluyor da o gazetelerin yönetimleri böyle dar zamanlarda böylesine rahatlıkla manipülasyona gönüllü yazılabiliyor diye sordum bütün gün. Böyle dönemlerin geçiçi olduğunu artık öğrenemediler mi?

Bugünlerin kaydının tutulmasından, sonra okurlarına hesap verememekten korkmuyorlar mı? Galiba kilit kelime korkmak. Evet, korkmuyorlar. Çünkü yaptıklarının bir cezası olmadığını gördüler. Korkmuyorlar çünkü herkesin her şeyi unutacağını hesap ediyorlar. Bu ülkede hiçbir şeyin hesabının tutulmadığını, herkesin yaptığının yanına kar kaldığını biliyorlar.

Yarın öbürgün işler düze çıktığında birkaç hoş yazıyla, birkaç gönül alıcı manşetle her şeyi unutturabileceklerini biliyorlar." Önceki gün, Yargıtay'ın Danıştay Davası'nı Ergenekon Davası'na bağlayan kararını okurken o günleri hatırladım yeniden...

Bu karar Danıştay Saldırısı'nın bu ülkenin şahit olduğu en büyük provokasyon olduğunu; Ergenekoncuların kaos ve darbe senaryoları doğrultusunda kendi yandaşları gördükleri bir yüksek mahkemenin üyelerini yok etmeyi bile göze alacak kadar gözü kara bir saldırganlık içinde olduklarını bir anlamda tescil ediyor.

Ama, o günlerde saldırıyı bahane ederek şeriat paranoyası yaratmaya çalışanlarda hala en küçük bir özeleştiri denemesi, en ufak bir utanma işareti yok...

Mustafa Yücel Özbilgin'in cenaze töreninde bakanların kafasına şişe atanlar, "Katil başbakan" "Hükümetin hesabını ordu görecek" diye slogan atanlar, cenazeye katılan türbanlıların başlarını zorla açanlar, kim bilir nerelerde hâlâ saygın "ulusalcı" mücadelelerine devam ediyor.

Gazetelerinde Danıştay Saldırısı için "Türkiye'nin 11 Eylül'ü" diye yazanlar arazi olmuş, Yargıtay'ın son kararını sayfanın en dibinde tek sütunluk bir haber olarak koymuş, suçunu hâlâ gizlemeye çalışıyor. "Danıştay Saldırısı'yla Ergenekon arasında bir ilişki kurulursa olay ciddileşir, yoksa bu dava- Ergenekon- fasa fisodur" diyenler dut yemiş bülbül gibi susuyor.

Yani her şey tam da o yazıda söylediğim gibi oluyor. Çünkü ilkesizliğin bir cezası yok bu ülkede. Kimse hatasının bedelini ödemiyor. Herkes zamanın pususuna yatmış; söylediklerinin, yazdıklarının, yaptıklarının unutulmasını bekliyor. Hâlâ gururla ve vakarla ortada dolaşarak...

YURT VE DÜNYA Haberleri