Güç, kuvvet elinize geçtiğinde, daha önceden size karşı hırçın ve düşmanca duran çevreler, bu sefer “dostane” davranmaya başlarlar; çünkü insanların çok büyük bir bölümü gücün arkasından koşar.
19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında “Osmanlıyı boğduk” diye çılgınca eğlenenler, şimdilerde “Ne oluyoruz?” demeye başladılar.
Osmanlı geri gelmiyor, fakat Osmanlı’nın yüklendiği misyon canlanıyor.
Güç, kuvvet ele geçmeye başlayınca, birileri boyunlarındaki zincirleri şakırdatarak yanınıza yaklaşmaya başlıyor; bundan şaşmamak gerekir. Zincirsiz yaşayamayan niceleri var dünyada.
Avrupa Birliği var, Nato var, Uzak Doğu’daki birliktelikler var, ama dünyada bir İslam Birliği yok! Bu durumu uzun zaman dünya kaldırabilir mi?
İslam Birliği nerede dağıldı? Türkiye’de. Öyleyse tüm dünya Müslümanlarının gözü de Türkiye’dedir.
Son zamanlarda bir “İslamcılık” tartışması medyanın gündemini oluşturmaya başladı. Önceden bu tip anlayışlara burun kıvıranlar, şimdi yapmış oldukları çarpık ve yanlış yorumlarla okuyucunun zihnini bulandırmaya çalışıyorlar.
İslam’ı yaşamayan insandan “İslamcı” mı olurmuş?
Hayata zamane aklıyla bakıp, evrensel bakamayan, vahyi bir ışık olarak görüp aklını onunla aydınlatmayandan “İslamcı” mı olurmuş?
“İslamcılık” bir siyasi ekolmuş. Olabilir. Medine’de bir İslam Devleti kurulmadı mı? Siyasi görüşü olmayan bir devlet olabilir mi? Bir insan Müslüman’sa, A’dan Z’ye Müslüman’dır. Müslümanlık sadece vicdan işi değil, aynı zamanda bir eylem işidir. İslamcılık, vicdanın eyleme dönüşmüş biçimidir ve bundan daha doğal bir şey de yoktur.
Avrupa Birliği’ne sırf Müslüman olduğumuz için almıyorlarsa, onların kurduğu dünya bir “Hıristiyan Birliği” değil midir? Yani Bulgaristan’dan, Yunanistan’dan daha mı geriyiz de bizi aralarına almıyorlar? Elmalarla armutların toplanamayacağını matematik söylüyor!
Şartlar bizi asıl kimliğimize dönmeye zorluyor.
Türkiye’de bundan sonra her türlü tartışmaya hazır olmamız gerekmektedir. Tarihin tozlu sayfalarından yakası açılmamış veya açılamamış belgeler, düşünceler, fikirler yağmur gibi orta yere dökülecektir. Geçmişe baktığımız zaman görülür ki, yüz yılda bir tarih, toplumu zorluyor ve bütün çıplaklığıyla meydanlara iniyor.
Önümüzdeki dönemlerde “İslamcılık” değil, ama “İslam Birliği” çok tartışılacaktır. Avrupa’ya bakıyoruz, bize karşı düşmanca tavır takınmayan neredeyse hiçbir ülke yoktur. ABD, bütün siyasi kartlarını açıkça aleyhimize kullanmaktan hiç gocunmuyor. Ortada tek başımıza mı dünyaya karşı direneceğiz?
“Aman İslam Ülkeleri” diyerek burun kıvırmayın. Bizim başımıza gelenler onların da başlarına gelmiş. Hem yüz yıldır Avrupa’nın kapısında bir halayık gibi beklememize rağmen onlardan olmadık da, İslam Ülkelerine karşı düşmanca tavır takınarak mı onlar bize dost olacaklardı?
Müslüman bir ülkeden ülkemize gelen bir cumhurbaşkanı, Cuma günü Cuma namazına giderken, devrin cumhurbaşkanı Celal Bayar’a “Siz cumaya gelmiyor musunuz?” diye sorunca, Bayar’ın ona verdiği cevap manidardır: “ Laik bir ülkenin cumhurbaşkanı cumaya gitmez!” Bayar’a sorabilsek: “ Sen Atatürk’ün son Başbakanıydın, Müslüman bir milletin musalla taşına, onun ilk Cumhurbaşkanı’nın naşını, laikliği bahane edinerek koydurtmadın ve Müslüman halk, Atatürk’ün cenaze namazını kılamadı. Bunu nasıl izah edeceksin?” Soramadık!
Sorulardan çekinmeyelim. Doğrular ortaya çıkınca vicdanlar da rahat edecektir. Vicdanlar durulmadan ülkenin gidişatı düzelmez.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Tvitter:@DAliTasci