Seçimlerin tamamı hizmet amaçlı olsa da, belediye seçimlerinde ihtiyaca dayalı tercih daha fazla dikkate alınır. Bu nedenle, ne partiler sadece kazanmış olmak için belediye başkanlığı seçimine girer; ne de seçmen, sadece bir partinin kazanması için oy kullanır.
Bazı istisnai yaklaşımlar olmaz mı?; olur… Bazı menfi düşüncelerle organize olanlar olmaz mı? Bu da mümkün…
Ama her ne olursa olsun bilinçli seçmenin, ‘ sorumluluk ve ödev bilinci olmayan, menfi davranışın siyasetçisine’ ‘bile bile’ yöneticiliği reva görmeyeceği ‘oy’unu böyle birisine vermeyeceği umulur…
Seçim sürecinde ise -kimi zaman- seçmen ve aday arasında üstü örtülü bir mücadelenin kendini belli etmeye başladığı görülür.
Halkın birçok gerçeği gördüğü halde; bunları dile getiremediği - ya da görse, düşünse, bilse, dile getirme imkânı ve cesareti bulsa da- “kanaatinin” kullanacağı “oy”una yansıdığından emin olamadığı gerçekliği ile karşı karşıya olması, onu başka tercih mekanizmalarını kullanmaya sevk edebilir.
Şöyle ki; “ne yapalım başka çare yok!”; “…Biliyorum ama ne yazık ki…Öyleyse şöyle…”, “hiç değilse bu, kötünün iyisi, (ehven-i şer )…”, “gidişat iyi değil ancak şu istikrar yok mu şu istikrar…” ; “ hiç değilse tanıdığımız, bildiğimiz …” gibi… Bilindik ancak çıkış arayan ve işe yarayacağı umulan bir durumdan vaziyet çıkarma içinde buluruz kendimizi… Aslında bu güvenli bir limana sığınmak gibi idi... tanıdıktır…
Kimimiz umuduna tutunmuştur; kimimizin tutunduğu, umudun kendisi olmuştur…
Umut bize sunulan milli manevi, yerli, yerel ve/veya evrensel değerlerin üstün tutulacağına dair vaade olan inancımızla yan yana gelmektedir bazen…
Bazen de seçilmesi umulana tutunmak, bu tercihin belki bir işe girme umuduyla yan yana gelmesidir…
Seçime giren adaylara gelince; bir kısım aday, mücadelesine, seçmenin oyu ile güçlü olduğu alanda değil, seçmenin müdahil olamadığı, parti çıkarlarının halkın çıkarlarının önüne geçtiği; kendisinin daha önce meylederek geldiği parti içi temayül yoklamasıyla başlamaktadır. Ondan sonra çeşitli müdahalelerle manipüle edilen ve/veya edilecek olan seçmenin özgür iradesine yönelip, seçmenin gücünü kırmanın yollarını arayabilmektedir.
Yine seçmenlerden bazıları ise adayın karakterine dokunmak için sorumluluk alanına yönelip, kullanacağı veya kullanmayı beyan ettiği oyuyla henüz seçime gidilmeden bile oyu ile yetkinliğe dâhil olmanın yolunu arayabilmektedir.
İstediğini bulamayan ‘mütedeyyin halk’, hemen her seçimde, neden belediyecilik adına tatmin edici hizmetten mahrum kalıyoruz sorusunu sormaya başlamaktadır... Ama ‘siyaset’ çoktan her keresinde ‘politik mücadeleye’ ve ‘menfaat birlikteliğine’ kolayca evrildiğinde seçilmek isteyenin seçmenin duygu ve düşüncesine dokunarak yetkinliği ele geçirme isteği, seçmenin seçeceği kişinin yetkinlik alanına oyu ile dâhil olmak isteği ile kendisine yanıt bulmaktadır.
Bu durum, seçilmek isteyenle seçen/seçmen arasında üstü örtülü ve/veya açık, belki de dolaylı veya doğrudan diye ifade edebileceğimiz bir menfaat birlikteliğine işaret etmektedir…
Haliyle her iki taraf da ‘ödev ve sorumluluk bilinci ile hareket etmemiş’ olmaktadır…
Oysa birbirinden hiçbir “politik çıkarı “olmayan mütedeyyin halk kitleleri böyle bir sistemde gerçek mağdurlardır bize göre…
Bu dile getirdiklerimiz, karamsar bir tablo çizmeyi amaçlamamaktadır; Samimi bir özeleştiriden hiç birimize zarar gelmez anlayışıyla, bir yüzleşme gereğine işaret ederek yakınmayı da amaç edinmemiştir…
Yerinde tespitler, sağlıklı çözümleri getirir…
Yerinde ve ölçüsünde eleştiriler yapıcı ve birleştirici olur; mustarip olduğumuz kutuplaşmayı giderir…
Kişisel ve belli bir gruba yönelik menfaatlerin ve birlikteliğin değil, bütünün faydasına ve birlikteliğine hizmet eden ve katkı sunan erdemli düşünce ve davranışın etrafında birleşip, buluşmak haylidir özlemimiz ve hatta ‘ihtiyacımız’ değil mi? Bize yaraşan bu değil mi?
İlçemizle ilgili sıkıntı çok
İlçemizin maruz kaldığı veya sıkıntısını çektiği sorunlar çoktur ama onların tamamını anlatabilmemizin imkânı yoktur. Bizce bunlar müstakbel belediye yönetiminin çözüm odaklı yaklaşımlarını beklemektedirler…
İlçemiz, ‘sahil kasabası’ olmaktan feragat etmiş bir görünüm içindedir… Sahillerde değil sosyal tesislerin yokluğundan dem vurmak; deniz kenarına, yanına, yakınına, civarına! İnmek, şöyle bir yürüyüş yapmak, denizi görmek, deniz havasını içine çekmek mümkün değil… Sahil ilçesi olmamıza rağmen sahillere adım atılacak gibi değil.
İlçe halkının sahil şeridiyle bağlantısı kopuktur…
Ana yoldan şehre giriş bir tuhaf, tarif edilir gibi değil! Sahille şehir arasına ceza evi duvarı örülmüş gibi… Yeni yol yapılıyor diye sahilin harika Doğa’sı katledilmiş, ses çıkaran olmamış…
Doğa harikası koylar, her birinin birer adı olan binlerce yıllık taşlar yok edilirken gören olmamış. Sahib-ul hayrat ya da 2B arazisi gibi isteyen istediği yere istediği gibi konuvermiş…
Denizle ilçe arasındaki sahil şeridi boyunca uzanan ‘otoban’ ulaşımda büyük bir ferahlık sağlamıştır, bu yadsınamaz; ancak yolun yapım aşamasında ilçe halkının denizle, kıyısıyla bağlantısının göz ardı edilmiş… Ve yolun yapım aşamasındaki bu ihmalkârlığa sonrasında ve şimdi de gereken ve/veya gerektiği önemde bir çözüm sunulamamıştır.
Yetkililerin nasıl bir tarihi eser anlayışı olduğu belli değil. Ama yerine getirilmesi mümkün olmayan binlerce yılda meydana gelen tarihi ve/veya doğal güzellikteki değerler yok edilirken milletin susmasını ise izah eden yok.
İlçenin çarşısına düzenli desek olmaz demesek olmaz. İşgal edilen barakalarla bariz bir düzensizlik ortada.
Sebze-meyve fiyatları kontrolsüz biçimde almış başını gidiyor, tanzim satış merkezleri kurmayı hayal bile eden yok…
Kültürel aktivitelerin organize edilmesindeki tembelliği fark eden yok. Gençlerin, çocukların, kadınların sosyal alanlara olan ihtiyacını dile getiren bile yok.
Ya parklarımız? Spor ve yürüyüş alanlarımız? Bir de eskilerin ve eskimeyenlerin yâd edildiği ve canlandırıldığı, yeni neslin enerjisiyle hayat kattığı festivallerden ne haber? Duyanınız, bileniniz, göreniniz var mı? Komşu ilçelerdeki bu konudaki örneklere bakan var mı? Peki, bizde var mı soran yok.
Partiler arası yarış had safhada, adayların afişleri çok ama hiçbirinin projesini afişlerde gören yok… Ne ilçenin geleceğini planlayan var ne de maneviyat ve mensubiyet duygusuyla şehrin planlanmasına aday olan…
Ne özgün yeteneğiyle ortaya çıkan, ne de partiler olmadan özgün yeteneğiyle aday olabilen var.
Algı, sağlı sollu ikilem içinde... Yetkin akıllar sallanırken kararsızlığın çarptığı alanların dağılmasına aldıran yok…
Birçok alanda tepkiler ele geçirildiğinde, edilgin kişiliklerin etkin görünümleriyle hava atmalarını anlamlandıran yok…
Ne yerli, ne milli, ne de manevi değerlere tutunan var ama herkesten daha ‘yerlici’, daha ‘millici’ ve ‘maneviyatçı’ görünen ‘fazlasıyla’! Çok…
Eski hocalar, “insan kendi aklının eseridir; herkes kendi hayatını inşa eder.” demişler.
Ama ne ilçemizin canlılığını dikkate alan, ne de kolektif aklını dikkate alan var.
Ne proje arayan var; ne de yörenin karakterine uyan lider arayan…
Sonra da, “Bu kadar seçimler oluyor da, neden ilçemiz talihsizliğini yenemiyor?!” deniliyor… Değişik partilerden belediye başkanları seçiliyor da; neden hala ilçemizin diğer ilçelerden geri kaldığı soruluyor…
Biri çıkıp dese ki; “ “Şimdi, zaman değişti… Yeni bir seçime giriyoruz ve bir kez daha umudumuzu takip etmenin yoluna girdik…”
Tulumla dans etmeye çalışanlarla, bölgenin karakterine uyum sağlayanları biri birinden ayırt etmenin zamanı geldi.
‘Yetkili olmakla yetkin olmanın bir aradalığına ihtiyaç’ hissedildikçe, icra alanında kendini daha fazla göstermekte…
Einstein’ın dediği gibi “Problemler/Sorunlar, onları üreten kafalarla çözülmez…” dense; siyasi sloganların gürültüsüne karışan bu kavramları duyabilen olur mu acaba?
Baylar-Bayanlar- çok klasik olacak ama hepimiz aynı gemideyiz.
Bizi yüksek uygarlığa taşıyacak olan bu gemidir. An’ı düşünüp geleceği umursamayanlar olabilir. Rotasını yüksek uygarlığa yönlendirenler de... Diğerkâm bir eylemin yapıcılığına yönelenler de olabilir, benliğine yönelenler de… Mürettebat değişikliğiyle geri düşenler de, bir birini geçerek yoluna devam edenler de…
Ama bizler ayırt etme erdemimizi ortaya çıkaramazsak bizi kimse dinlemeyecek.
Yarışmaktan, rekabet etmekten, kazanmaktan ve kaybetmekten başka; daha başka bir gerçekliğin farkına varma zamanı geldi…
Ama fark edilip edilemese de, görünüp görünmese de topal ördek gibi tekâmül yasası işlemeye devam ettiğini anlamayanlar var…
Lütfen kendimize uyanalım.
Bazen halkın gürültüsünden, bazen kaptan ve tayfaların dalgınlığıyla, bazen de bakımsızlıktan ya da yeteneksizlikten geri kalınıyor olsa da yolda olmak, yoldan çıkmaktan iyidir.
Hata olduğunda uyarmak, erdem olduğunda takdir etmekle yükümlü olduğumuzu anımsayalım…
Yöneticiler uyuduğunda uyandıracak halk biziz, biz uyuduğumuzda yöneticilerin uyandıracağı halk da bizleriz…
Herkes aklını savunduğu yerde, hiç kimsenin aklına dokunmak istemiyoruz… Ama ‘kimse ile yarışa girmeden vicdanlı olması gereken de bizleriz”.
Çeşitli siyasi iklimlerden, sosyal iklimlerin mevsimlerinden geçiliyor.
Sıcaktan yananlar da, soğuktan üşüyenler de oluyor.
Kıyafetlerini iklime uydurmak yerine mevsimlere kızanlar, krizlere düşüp hasta olanlar da oluyor. Biz istesek de, istemesek de; dâhil olup, olmasak da… Siyasi iklim sosyal mevsimi etkiledikçe; uygarlık suları dalgalanmaya, gemiler yüzmeye, zaman değişmeye devam ediyor.
Şimdi zamanın karakteri değişti. Adına ister ‘buud’ deyin; ister yeni adıyla ‘boyut’, “zamanın buudsal mevsimleri, devirleri değiştirecek yörüngeye girmeye, değişen mevsimlerle ürünler de değişmeye başladı…
Ürünler değiştikçe, devrin siyasi karakteri kendini göstermeye başladı…
Biz değişiyor muyuz?
Devirlerin de, mevsimler gibi değişken ama kaçırıldığında yakalanamayacak karakteri var. Zaman, kimin hangi değerlere tutunacağını belirleme, değişen değerlerin içinden değişmeyenleri, kalıcı olanlarla geçici olanları ayırt etme zamanıdır.
Yaz mevsiminin son bahardan, son baharın kıştan, kış mevsiminin ilkbahardan farklı olması gibi; devirler/ çağlar da kapsadıkları özellikleriyle bir birinden farklılıkları göstermeye başladı…
Artık, siyasetin kısır döngüsünden çıkıp, olmakta olanlara dikkat etmenin zamanı geldi…
Kişilerin, olayların ardındaki olguları kavramaya gayret edelim…
Kendi gerçekliği içinde kimler ne görürlerse görsünler… Ama nesilden nesile doğru ‘zamanın döngüsel karakteri’ zihinlere yansımaya başladı…
Nesil, yeni nesile… Karanlık, aydınlığa gebedir…
Akılsızlığıyla üşüyüp soğuğa söylenenler artsa da; milletine ait değerlere sahip çıkanlar da; ortak değerler konusunda kendini sorumlu tutanlar da var.
Soğuktan, rüzgârdan, şikâyet eden karamsarlar olabilir… Sadece geçmişe saplanıp, geçmişin olumsuzluğunu devşiren şikâyetçiler de…
Pembe gözlüğü sunan siyasetçinin, gözlüğüne yapışan kör iyimserler de olabilir; gelecekten fazlasıyla endişe eden kör kütük endişeciler de…
Yenilik peşinde ama hırsla koşuşturanlar olabilir; güzel ve doğru olan yeniye hiçbir çaba/katkı koymadan değişmeyi bekleyen tembeller de… Sadece değişmenin ve yeni olanın iyi olduğunu sanan aymazlar da… Yapıcı ve doğru olan adımları takdir etmeyip, her şeye karşı çıkmayı marifet sananlar da olabilir, sanılar üzerinden oy devşirmenin peşinde olanlar da…Hayırlısını niyaz eden hüsnü- niyetlilerle sükûnetini muhafaza etmeye gayret eden, samimi, mütedeyyinler de… Ama büyük projeler ve hizmetler adalet duygusunun ışığıyla parlamadıkça; bencilliğin karanlığında kimse kalkınmayı ummasın…
Karanlığın aydınlığa gebe olması gibi… Utanma/ hayâ duygusuyla sorumluluk bilincini birleştiren zihniyetle, sadece rüzgâra göre yelken açtıkları halde, evrensel ilkelere uyduğunu söyleyenleri ve/veya böyle zannedenleri bir birilerinden ayırmanın zamanı geldi.
Fark edilip edilemese de, görünüp görünmese de topal ördek gibi tekâmül yasası işlemeye devam etmektedir…
Önlenemez işleyiş, karanlığın içinden süzülüp gelmekte olan aydınlığa her geçen gün bizleri biraz daha yaklaştırmaktadır…