Sizin de dikkatinizi çekmiştir; çocuk doğunca kulağına ezan okunur; fakat bu ezanın namazı kılınmaz.
İnsan ölünce ezan okunmaz; fakat namazı kılınır.
Biliyor muyuz, kulağımıza okunan ezanın namazı, cesedimiz musalla taşına konulduğu zaman kılınıyor?
Bu kadar uzun zaman mı diyeceksiniz! Acaba öyle midir?
Hayat bir “an”dan ibarettir ve bizler bu “an”ın hayal açılımına hayat dendiğinin farkında değiliz.
Biz, zamanla kayıtlı olanlar, zamansızlığın nasıl bir şey olduğunu, ne anlama geldiğini nasıl anlayabiliriz ki?
Düşüncelerimizi de zaman içerisinde geliştirir, yoğurur ve anlamlandırırız. Zaman çekilip alınınca, bir saniye ile sonsuzluğun eşit olduğunu acaba hiç düşündük mü? Eğer beynimiz zamanla kayıtlanmışsa, bunu nasıl düşünebiliriz?
Öte âlem (Ahiret), zamansızlık âlemidir ve onu yalnızca akılla izaha kalkışmak mümkün değildir. Bunun için vahye, zamanın Rabbi’nin sözlerine ihtiyacımız vardır.
Gençlik, zamanın özsözüdür. Her kitap bir özsözle başlar ve biter. Hayat da bir kitap gibidir ve son sayfası bir gün kapanacaktır.
Hz. Mevlâna’dan dinleyelim: “Ne mutlu o kişiye ki, gençlik günlerini ganimet bilir de borcunu öder. Yani dinî ve insanî görevlerini yerine getirir. Bedeni sapasağlam iken, yüreğinde de vücudunda da güç kuvvet varken kulluğunu yerine getirir.” ( Mesnevi )
Bahar gelince coşuyor insan. Toprak uyanıyor, ölen ağaçlar diriliyor. Kuşların cıvıltıları kulaklarda derunî nağmeler oluşturuyor.
Ne var ki, bahar kalıcı değildir; o da kışa doğru sürükleniyor. Bir bakıyorsunuz yeşillerle donanmış, rengârenk çiçeklere bürünmüş tabiat, sessizliğe, yalnızlığa; adeta yokluğa bürünüyor.
Mevlâna’yı dinlemeye devam edelim:
“Yüz buruşmuş, kertenkele sırtına benzemiştir. Söz söyleyemez, tat alamaz hale gelmiştir. Dişler de dökülmüştür.” (Mesnevi)
Gençlik (hatta hayat), bir “an”dan ibarettir; fakat bütün “an”ları boyayan bir fırça gibidir.
Genç heyecanlı, kuvvetli ve tazedir.
Bu kıvamda iken sonsuzluğunu düşünür ve şehvetin kurbanı olmaktan kaçınırsa, Allah onu Yusuf suretinde yaşatır ve öyle diriltir.
Gençler, Hz. Yusuf’un hayatını ve onun zorlu mücadelesini hayat dersi yapmalıdırlar.
Çağımızın şehvet kuyuları amansızdır; nice Yusuf yüzlüler boğulmuştur orda. Her genç bu kuyulardan birine mutlaka düşer, ne var ki Allah’ın ipi (Hablullah- Kur’an), kuyudan aşağıya doğru sarkar. Ancak bu ipi görmek ve ona tutunmak için, Allah ve peygamber sevgisiyle dolu bir gönüle sahip olmak gerekir.
Özellikle, bugün okuyan gençlerin yol güzergâhlarına “izm kuyuları” kurulmuştur. Şeytan suretliler, ruhları karanlık “tip modeller” bu kuyuların üzerini örten korkunç tuzaklardır. Hayat, ekranlar, kitaplar dağ ruhlu gençlerin, izm kuyularında boğuluşunun hikâyeleriyle doludur.
Gençler kendilerine Yusuf (AS) ile birlikte Ashab-ı Kehf’i ( Mağara arkadaşları) de örnek almalıdır. Allah, onların imanlarına karşılık, üç yüz yılı bir güne sığdırarak, onlara ebedi gençliği armağan etmiştir. An içine asırlar, asırlar içine anları sığdıran Rabb’imize hamdolsun.
Hz. Peygamber (AS)’in “Ümmetimin Yusuf’ları” diye müjdelediği gençler bugün de vardır ve hayatın ve zamanın ağaçlarını güllerle donatmışlardır.
Çağımızda öyle gençler vardır ki, onlar Yusuf yüzlüdürler. Hayâ ve edepleri yüzlerinde güneş gibi parıldamakta ve gözleri kamaştırmaktadır.
Günümüzün gençlerini nur yüzlü, veli kullardan yapan nedir biliyor musunuz?
Bu gençler, iki elleri de kanda olsa, namazlarını asla kaçırmazlar ve can pahasına da olsa büyük zinaya yaklaşmazlar!
İşte böyle gençlerin ayaklarını öpüyorum ve ne olur, beni de kapınıza Kıtmir olarak kabul edin, diye yalvarıyorum.