Sevgili dostlarım Hasan Taşçı ve Ali Erdoğan’la birlikte, 16 Kasım Cumartesi akşamı, Üsküdar’dan “Asrın Projesi Marmaray”a ilk defa binip, Boğaz’ı kuş gibi geçerek Yenikapı’ya vardık ve oradan da yaya olarak Fındıkzade’deki “Yüce Diriliş Partisi İl Başkanlığı” binasına, Üstad Sezai Karakoç’u dinlemeye gittik.
Ne gidiş! Parti binalarına insanlar genellikle ceplerini veya dünyalıklarını doldurmaya giderler. Bizse ruhumuzu doyurmaya ve “Diriliş Amentüsü” okumaya gidiyoruz. Siyasi bir parti liderinden çok, zamanımızın münzevi bir dervişinden “İnsanlığın Dirilişi” adına adanmış sözler dinlemeye gidiyoruz.
Seksenini aşmış bu Çağdaş Dev, bir çocuk gibi heyecanlı ve ümitvar. “ Batı bize sürekli ümitsizlik üfledi, aman bu rüzgâra kapılmayın.” diyor ve gözleri sürekli sonsuzu tarıyor. “ Ölüm bana günde iki kere göz kaş eder.” diyebilen biri insana Roma ne yapabilir?
“ Roma güce tapıyordu ve onu siyasallaştırdı. Onun gittiği yerde insanlar köledir. Sezar, bu gücün temsilcisidir. Bugün bu gücü ABD temsil etmektedir.”
Cümleler gayet net; bir inanmışlığın ve bilgeliğin izlerini taşıyor. Bir kere karşınızda asaletli duruş sergileyen bir insan var. O size inanıyor ve sizi ciddiye alıyor, siz ona inanıyor ve onu ciddiye alıyorsunuz. Emin. Sadece konuşmuyor, ruhları da diriltiyor, ufkunuzu açıyor.
“Bir yerde otorite yoksa orada boşluk vardır. Osmanlı yıkıldı; büyük bir boşluk oluştu dünyada. Onun yerini İngiliz İmparatorluğu aldı; şimdi de ABD.”
“Batı, birinci büyük saldırısını Osmanlı Devleti’ni yıkarak yaptı ve sonuç aldı. Şimdi ikinci büyük saldırıya hazırlanıyor. Tam yüz yıldır İslam âlemi bir fetret devri yaşıyor. 2018 yılı çok önemli, İslam âlemi için; çünkü bu yıl, fetretin tam yüz yılı. (1918 Mondros Mütarekesiyle Osmanlı’nın gidişi) İkinci büyük saldırının arifesindeyiz, ama ne zaman eski zaman, ne de insanlarımız eski insan. İnşallah büyük bir Diriliş’in kokusu yollara düştü.”
Üstad bir siyasetçi gibi değil, bir bilge gibi, adeta bir mürşid gibi konuşuyor. Sesi fısıltı halinde çıksa da, ruhlara çarptığı için, soluğu sonsuzluğu selamlıyor. Siz bir siyasi gündemden çok, “göğsünde aşkı bir çiçek gibi değil, kurşun gibi taşıyan” bu adamın dilinden maverai esintiler, medeniyet yürüyüşünü dinliyorsunuz.
“Anne öldü mü çocuk/ Bahçenin en yalnız köşesinde,
Elinde siyah bir çubuk/ Ağzında büyük bir leke.”
Osmanlı’nın ölümü, ümmet için bir annenin ölümünden farksızdır. Yüz yıldır yetim ve öksüzüz. Müslümanların ağızlarındaki kara ve büyük lekeler yüz yıldır yürekleri dağlayıp durdu. Şimdi:
“Taha’nın Kitabı”nı açan “Yedinci Oğul” ruhunu değiştirmeden ve ağaçlara baka baka büyüdü ve Medeniyeti’nin Dirilişi adına kendisi toprağa tohum olarak düştü.
Gelen bahar ve toprak kokusu, Yedinci Oğul’un Diriliş kokusudur.
Gerisi mi, aya karşı uluyan kirli çakallardır.
Ülkedeki kuşlardan iyi haber vardır. “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.”
“Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.” Ve
“Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır.”
İktidarlar bir sonuçtur. Altyapıları köklü ve büyük bir geleneğe bağlı değilse iz bırakmadan, hatta kötü sonuçlar bırakarak tarihe gömülürler. Ama bir Diriliş Amentüsüyle birlikte yol almışlarsa, medeniyet vadileri onlara yolunu açar.
Son yüzyılın yetim ve öksüz İslam coğrafyasının Türkiye bölümünde Necip Fazıl, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu… okumayanların, bu toprağın insanlarına verebilecekleri hiç, ama hiçbir şeyleri yoktur! Gerisi mi? Bir sürü hikâye ve masal!