Bir insanın söz ve davranışlarını değer yargıları değil de, çevresindeki kişi ve eşyalar belirliyorsa, o insan yöneten değil, yönetilen bir tiptir.
Yüzlerini, kendi iç dünyalarının aynalarına değil de, dış dünyanın albenisine çevirip geçindiklerini sanan eşler, hayata karşı “başarı” kazanıp birbirlerine döndüklerinde, ayrı dillerde konuştuklarını ve anlaşamadıklarını fark ederler. Eşleri birbirine bağlayan gönül dilini ihmal ettiklerinden “yaban” konumuna düşerler. Himmeti eşya olan iki yabancının kavgadan başka yapacak bir şeyi de yoktur.
İnsanlar çoğu zaman güçlükler karşısında sırt sırta verip direnirler, anlaşırlar da, başarılarını ve kazanımlarını paylaşmakta kavgaya tutuşurlar. Kıskançlık ve haset, başarının gayrı meşru çocuğu gibi karşımıza çıkar. Kıskançlık ve hasedin “devlet” kurduğu yer genellikle siyasi ortamlardır; hasedin zakkum çiçekleri yüzlerde tebessüm olarak “sırıtır.”
Hayalleri, zaafları ve şehvetleriyle evlilik yapan insanlar, evlilik gerçeği ile yüzleştiklerinde, hayaller ve zaaflar duvara toslar, şehvet başka bir arayışın peşine düşer. Burada sevginin nefrete dönüşmesi kaçınılmazdır.
Fark ediliş, bir başka objenin varlığında söz konusudur. İnsan ancak bir toplum karşısında kendini fark eder. Eşler, kendilerini fark edemiyorsa, karşılarında birilerinin yokluğu söz konusudur. Aynanın bulunmadığı eve aile denemez.
Olumsuzlukların, sıkıntıların birçoğu değer verdiğimiz, yakınımızda bulunan insanların takdirini kazanamamaktan ileri gelmektedir. Bu durumda;
Yaşadığı ortamdan takdir görmeyen bir insan dine yönelebilir; çünkü “Allah onu takdir edecektir.”
Suça yönelebilir; onu beğenmeyenlerden intikam alacaktır.
Ya da kendi içine doğru yönelerek kendini tanıma yolunu seçebilir ve yalnızlaşır. Bu durumda “dağıtmaz” ve yetenekleriyle tanışabilirse, bir sanat dalında başarılı olabilir. Kendinde derinleşmez de tekrar halkın takdirini toplama yoluna girerse, nefsini ilahlaştırır ve “diğer”lerini “kul” olarak görmeye başlar.
Kişileri ve olayları objektif olarak değil de, hayalimizdeki gibi görmeye başlarsak, hayat çatışmaya döner. Her şeyi olduğu gibi kabullenmek bilgi ve irfan gerektirir. Ne var ki, olup bitenler, kişi davranışları, söz ve olaylar “evrensel kriterlere” göre gelişmiyorsa, onlara karşı tavır belirlemek de insanî bir davranış biçimidir ve gereklidir.
Unutmamamız gereken bir şey vardır: Büyük sevinçler, elem tohumlarının açılmış çiçekleridir. Goncayı saba rüzgârı açar, gonca gül olur; odunu ise ancak balta açar.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci