Zulüm bumerang gibidir; döner, zalimi vurur. Bu dünyada kim haksızlık yapmışsa, zulme ortak olmuşsa, bizzat zulüm işlemişse karşılığını acı bir şekilde dünyada bulmuştur veya öte dünyada da karşılığını bulacaktır.
Gün Uzar Yüzyıl Olur, Gülsarı, Beyaz Gemi, Selvi Boylum Al Yazmalım gibi pek çok eseri olan ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’dan kısaca söz etmek istiyorum:
1937 yılında 137 Kırgız aydını, Stalin’in zulüm rejimi tarafından, Sovyet rejimine muhalefet ettikleri gerekçesiyle tutuklanır. Bunların arasında Cengiz Aytmatov’un babası Törekul Aytmatov da vardır. Bu insanlar Bişkek yakınlarında bir tuğla ocağına götürülüp kurşuna dizilmiş ve bir çukura gömülmüşlerdir. 56 yıl boyunca bu insanların yakınları, nereye gömüldüklerini, yaşayıp yaşamadıklarını bilmeden geri dönmelerini beklemişlerdir. Bekleyenler arasında babasını en son dokuz yaşındayken gören ve kendisinden bir daha haber alamayan Kırgızların büyük yazarı Cengiz Aytmatov da vardır.
Sovyet rejimi yıkıldıktan sonra 1993 yılında bir kazı başlatılmış ve bu insanların kemiklerine ulaşılmıştır. Ünlü romancı Cengiz Aytmatov, babasının katledildiği yerde onun kemiklerine ulaşarak; “Baba, elli yıldır seni arıyordum, neredeydin?” diyerek ağlamıştır. “ Toprak Ana” adlı hikâyesinde; “Baba, sana mezar yapamadım, senin nerede gömülü olduğunu bile bilmiyorum. Bu eserimi sana, babam Törekul Aytmatov’a armağan ediyorum.” demiştir.
Aytmatov’u yazarlığa hazırlayan ana nedenlerin başında, babasına yapılan bu zulmün etkisinin olduğu gerçeği göz ardı edilemez. O, dokuz yaşından beri baba hayaliyle nefes alıp vermiştir. Stalin’e karşı tek başına bir ordu gibi çıkamamıştır, ama romanlarındaki kelimeleri füze yapıp bir ordu halinde Sovyet rejiminin yıkılmasına öncülük etmiştir. “Mankurt” tiplemesiyle bütün bir Sovyet rejiminin zulmünü ortaya koymuştur.
Ülkemizden birisini ele alalım:
Tarık Buğra ( Doğumu, 1918 Konya/ Akşehir- Ölümü, 25 Şubat 1994, İstanbul)
“Küçük Ağa” ve birçok roman ve hikâyenin yazarı Tarık Buğra da bir “muhalif” olarak yetişti. Bu nedenle belli çevrelerce hep dışlandı. Muhalif olmasının nedenlerine baktığımızda, Aytmatov’un başına gelenlere tam olarak benzemese de onu çağrıştırır.
Babası bir hâkimdir. Babasının “Serbest fırka”nın içinde olması dolayısıyla yeni kurulan rejime “muhalif” duruşu nedeniyle Akşehir dışına, önce Siirt’e, sonra Elazığ’a sürgün edilmesi, aile içinde depremlere neden olmuştur. İlk başlarda itibarsızlaştırılır. Avukatlık mesleğini icra edemeyince geçim sıkıntısı içine girer. Bu olaydan en çok etkilenen, o dönemde lise çağında olan Süleyman Tarık (Buğra)’tır.
Akşehir’de yaşanan o zengin ve güzel vakitler bir daha geri gelmemek üzere gitmiştir. Buğra, yaşananları hiçbir zaman unutmaz ve kendince yaşananların hesabını sormanın yollarını arar. Yazar olacak ve ailenin maruz kaldığı adaletsizliği, haksızlığı kendi çapınca ortadan kaldıracaktır. O da kelimelerini kurşun gibi kaleme sürüp haksızlığa karşı sıkacaktır.
Küçük Ağa’da bunu yapmıştır. “İstanbullu Hoca” tiplemesiyle, o zamana kadar hep “kötü ruhlu” gösterilen din adamlarının böyle olmadığını, vatansever olduklarını, toplumun dinamizmini oluşturduklarını eserinde sergilemiştir. “Muhalif” duruşun asla “ihanet” olamayacağını bir aydın ağırlığı ve üslubuyla dile getirmiştir.
Bir insanı kendinize, inancınıza ideolojinize düşman etmek istiyorsanız, ona inançlarından, ideolojisinden dolayı zulmediniz. Fikirler, kaba kuvvetle sindirilmeye çalışılınca, yer altına geçer ve orada demlenerek daha kuvvetlice meydana çıkar ve “zalim”den intikamını alır. Fikirler, düşünceler yine karşı fikir ve düşüncelerle alt edilebilir.
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatında, yazılmış romanların hiçbirinde, büyük çoğunluğu Müslüman olan bu milletin inançları hiçbir şekilde olumlu yönden ele alınmamış, onun inançları horlanmış, din adamları “yobaz, kazma dişli, hain…” tiplemelerle halkın gözünde itibarsızlaştırılmıştır. Hiçbir “klasik” Türk romanında namaz kılan bir kahramana rastlayamazsınız. Ama aynı kişiler, Victor Hugo’nun “Sefiller” romanındaki papazı, ağızlarından salyalar akarak anlatmışlardır.
Bir toplumu değiştirmek istiyorsanız, öncelikle onların zihniyetlerinden işe başlamak zorundasınız. Zihniyet; gelenektir, örftür, kültürdür, medeniyettir, inançtır. Bunları ihya veya imha etmek eğitim ve kültürün işidir. Onca yıllardır kimin, kimlerin zihniyeti ile çocuklarımızı eğitmeye çalışıyoruz ve bir türlü mesafe alamıyoruz?
Tarihte bunlara benzer birçok olay vardır. “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.”
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci