Şevki Yılmaz'dan 28 Şubat yorumu
28 Şubat’la birlikte siyasi hayatı sona eren eski Rize M.Vekili Şevki Yılmaz, postmodern darbenin hayırlara vesile olduğunu savundu!
Siyasete MSP-CHP koalisyonunda, Adalet Bakanlığı Özel kalemi olarak adımını attı. Avrupa Milli Görüş teşkilatlarında Avusturya Bölge Başkanlığı, tanıtmadan sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı yaptı. Siyasete resmi olarak başladığı 1987’de milletvekili olamadı ama Rize’den vazgeçmedi. Yıllar sonra önce Rize Belediye Başkanlığına, ardından milletvekilliğine seçildi.
28 Şubat sürecinde kapatılması için dava açılan RP’den, “Dertleri benimle değil, partiyle” diyerek istifa etti. Parti kapatıldı, kendisi de yurtdışına gitti.
Zira Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Halil Çelik, Hasan Hüseyin Ceylan, Şükrü Karatepe, Bekir Yıldız, Zeki Başaran, Selahaddin Aydar, Hasan Celal Güzel ve Recep Tayyip Erdoğan gibi “siyasi yasaklılar” listesindeydi.
7 yıl sonra Türkiye’ye döndü. Aktif siyasetten uzakta, konferanstan konferansa koşan Şevki Yılmaz ile, 10 yıl önceki 28 Şubat’tan bugüne kadar neler değiştiğini konuştuk.
> Şevki Yılmaz bugünden bakınca, 28 Şubat’ı nasıl tanımlıyor, yorumluyor?
> 28 Şubat postmodern hukuksuz müdahaleyi anlamak için 12 Eylül 80, 27 Mayıs 60 darbelerinin sebeplerini de iyi tahlil etmek lazım. Bir darbe için üç gerekçe göstermek saflığından, geri zekalılığından kurtulmamız lazım. 80 ve 60 ihtilallerinde Türkiye gibi kalkınmaya azmetmiş ülkelerde yönetimler başarılı olduğu zaman darbeler tarafından durdurulmuştur. Her aklı selimin düşünmesi, tahlil etmesi lazım, Avrupa ülkelerinde işler iyi gitmediği halde neden ihtilaller olmaz? Fransa’da, Almanya’da, Amerika’da hiç askeri darbe olduğunu duydunuz mu? Demek ki, G-8’ler dediğimiz emperyalist ülkeler, sömürdüğü ülkelerdeki çıkarlarına zarar geldiği zaman, müdahaleleri hep sömürdüğü ülke içinde aldattığı kişiler tarafından yapmakta. Yani ihtilaller, sömüren ülkelerin kaderi değil, sömürülen-ezilen ülkelerin kaderi olmuştur.
> “İşlerin iyiye gitmesi” bir darbe haberi yani.
Evet. Sayın Demirel’e yıllar önce gazeteciler “İhtilal ne zaman olur, asker ne zaman müdahale eder?” diye sormuştu. “İşler iyiye gittiği zaman” diye cevap vermişti. Siz hiç işler kötüye gittiği zaman vatan-bayrak kurtarmak için müdahale edildiğini duydunuz mu? Mesela kafalara masalar atılırken, paranın değeri çula çevrilirken, dolar her yere hakim olurken, memleketin evleri dolarla kiraya verilirken, kardeş kardeşe dolarla borç verirken bu yanlışlığa bu ihanete müdahale edildiğini hiç duydunuz mu? İşler kötüye giderken susanlar, memleket kalkınırken müdahale ediyorlar. Dolayısıyla 28 Şubat bize yapılan bir müdahale değil, millete-halka yapılan bir müdahaledir. Halkın iradesine müdahaledir.
> Darbelerden en çok zarar gören neydi sizin için?
> 27 Mayıs’ta, 12 Eylül’de (12 Mart da dahil buna) ve 28 Şubat’ta üç şeye müdahale edilmiştir; milli siyasete, milli ticarete ve milli ahlak, kültür ve medeniyete. Yani yerli siyasete müdahale edilmiştir. Kendi kendini yönetme kararlılığına, “yeşil sermaye” diye damgaladıkları Anadolu tüccarlarının ticaret yapmasına müdahale edilmiştir. İrtica yaygaralarıyla gençliğimizin kendine dönmesine, batı taklitçiliğinden kurtulup, ecdadıyla övünmeye başlamasına, İslami kimliğine dönmesine müdahale edilmek istenmiştir. Bunlar sadece 28 Şubat’ta yapılmamış, geçmiş tarihlerde de insanlar milletten yana olmalarının bedelini idam sehpalarında ödemişlerdir.
> Aradan geçen 10 yıl neyi değiştirmiş olabilir?
> Geçmişten hepimizin ders alması lazım. Çok şeyler değişmiştir. Nasıl 60 ihtilalinde Menderes’i astıranların birçoğunda vicdan azabı varsa, 28 Şubat’ı yapanların da birçoğunun pişmanlıklarını görüyorsunuz. Darbe heveslilerinin onlardan ders alması lazımdı. O gün, “Bravo! Aferin! Vatanı kurtarın!” diye şakşak yapanların, emekli olduktan sonra 28 Şubatçıları nasıl yalnızlığa terk ettiklerini bizzat yaşadık ve görüyoruz. Bizlerin de siyasiler olarak, halk olarak, toplum önderleri olarak ders çıkarma-mız lazım.
“Gerçekleri şimdi daha iyi anlıyorum”
Dalkavukluk hastalığından kurtulmuş, “Gururlanma padişahım, senden büyük Allah var” diyebilecek bir nesil meydana gelsin istiyorum. Osmanlı, bunu diyenlerin döneminde yükseldi... Afganistan’da sarıklı sakallı profesör Burhaneddin Rabbani’nin cumhurbaşkanı olma uğruna Taliban kuvvetlerini öldürüp Amerika’ya nasıl teslim ettiğini görüyoruz. Birileri gençlere Rabbani’yi kahraman gibi gösterme gaflet ve delaleti içinde olsa da, biz bu vatan haininin cehalet yüzünden bu hale geldiğini biliyoruz. Bugün Afganistan’da Amerikan ve yandaşları işgal kuvvetleri varsa, bu cehaletin kurbanı olarak var.
> Ders alındı mı sizce?
> Tabi herkesin kendine göre ders çıkarması lazım. Bizler de daha çok çalışmamız, daha çok bu vatan için koşmamız gerektiğinin derslerini çıkardık Elhamdülillah. Arabanın ve otobüsün yolcuya göre değil, yola göre sürülmesi gerektiğinin dersini aldık.
> Bu anlamda müspet bir gelişme gibi görünüyor 28 Şubat.
> Tabi. Darbeciler bilseydi böyle olacağını 28 Şubat’ı yapmazlardı. Bize şer gibi gözüktü önce. Ama hayırlara vesile oldu. Cenab-ı Hak her şerri hayra dönüştürmeye muktedirdir. Akıllı insan şer olan işlerde bile hayrı görebilendir. İktidarlar sivil güçlerce yıkılınca daha güçlenirler. Benim korkum “sivri” güçlerin müdahalesi değil, “sivil” güçlerin müdahalesidir. Halk tarafından sandıkta yapılan darbelerden partiler korkmalıdır. Halkın tokadı daha fecidir. İhtilalle insanları yok edebilirsin ama kalplerdekini asla. Menderes’i astılar, sevgisini yok edebildiler mi? Dolayısıyla siyasete atılanlar, halkın sevgisinden mahrum olmaktan, Hakkın rızasından kovulmaktan korkmalılar önce. Yoksa kuvvetle, baskıyla iktidardan alaşağı edilmekten kimse korkmasın. Ben namlunun ucundaki müdahalelerden değil, sandıktaki halkın müdahalesinden çekinirim. Onun için siyasilerin seçmenlerini aldatıcı, sükut-u hayale uğratıcı, umutlarını boşa çıkarıcı davranışlardan vazgeçmeleri gerekiyor. On yıl içindeki derslerin en büyüğü budur benim için.
> Sizin aldığınız ders?
> 30 yıllık siyasi hayatımın tecrübesinin tek bir özeti var; cahil toplumla iktidar, intihardır. İşte bu yanlışlığı gördüğümden dolayı, ahlaki yozlaşmanın önüne geçebilmek için önce kendi nefsimin terbiyesiyle, sonra tüm kardeşlerime aynı nasihati yapabilme, hakkı tavsiye edebilme yolunda gücüm kadar sohbetlerime devam ediyorum. Bakın Afganistan’da bu acı gerçeği gördük. Oyla değil silahla, en zoru başararak, Rusları yenerek, iktidara geldi Afganlar. Ama cehaletle dünyaya maskara oldular. Şimdi “Keşke iktidar olmasaydık” diyecek haldeler. Dolayısıyla bu sahada büyük bir boşluk var. İlimle, bilgiyle iktidara yürümek lazımmış. Cahil toplumlar çabuk kanıyor. Yüzlerce hizmet yaparsınız ama millet bir çuval una, şekere karşılık o hizmetleri terk ederek yeniden ‘kırk haramiler’e döner.
Bunu fark ettim. Bunun için vaktimin çoğunu bu boşluğu doldurmaya ayırdım.
> Bu fark 28 Şubat sonrasına mı tekabül ediyor?
28 şubat öncesinde de bunu fark ediyordum ama zaman ayıramıyordum konferanslardan, gezilerden. Şimdi o çalışmalara ağırlık verdim. Çünkü Peygamberimiz (A.S.) hep ilimle hareket etmiş. Yüce kitabımızın ilk emri ‘Oku’ olmuş. Toplum aklını kiraya vermesin istiyorum. Bir kişi düşünsün, bir kişi karar versin, milyonlarca kişi onu taklit etsin istemiyorum. Soru sorabilen, hesap sorabilen, yanlışların önüne geçebilen bir toplum meydana gelsin. Şakşakçılar yerine uyarıcılar yöneticilerin etrafını sarsın istiyorum. Bütün kardeşlerime de olaylara ferasetle bakmalarını istirham ediyorum.
“Yezidi kafa kendi içinde”
Aklımızı kiraya vermeyeceğiz. Allah herkese akıl vermiş. Herkes düşünme hürriyetine sahip. Başkalarından insan hak ve özgürlükleri isterken önce bu özgürlükleri kendi içimizde yayacağız. Müslüman alemi kendi içindeki baskıları kaldıracak ki, dıştaki diğer baskılar kalksın. Despotizm, Yezidi kafa kendi içimizde. Hüseyinleri kendi içimizde kendi ellerimizle Kerbela’da yok etmişiz. Dış güçlerin sultasının, içteki haksızlıkları kaldırmadan kalkacağına inanmıyorum. Zaten bu Sünnetullah’a aykırı. Önce ailemizden, evimizden başlayacağız zulmü kaldırmaya. Erkeğiz diye kadına baskı yapmayacağız. Evde kendimiz despot olursak, dışta nasıl özgürlük ve hürriyet isteriz? Cemaat içinde konuşmayı, tenkidi yasak edersek, başkalarının zalim olduğu iddiasına kimi inandıracağız? 28 Şubat’tan bu yana geçen 10 yıl içinde bu gerçekleri çok daha iyi anlama imkanı buldum.
> “Mü’min’in ferasetinden korkun”
> Evet, “Mü’min’in ferasetinden korkun, o Allah’ın nuruyla bakar” Hadis-i Şerif’indeki gibi. Feraset, Arapça bir kelimedir. Arapça’da feres, “at” anlamına geliyor. Yani deniliyor ki, “Olaylara at gözlüğüyle bakmayın. At gözüyle bakın.” Ata gözlük takarlar, niçin. Çünkü at, sırtındaki yükü de görür. Yükten korkmasın diye görüş mesafesini sınırlamak için gözlük takarlar. Şimdi Müslümanlara da gözlük taktırmışlar; parti gözlüğü, mezhep gözlüğü, meşrep gözlüğü… O gözlük yüzünden kendisinden olmayanı Müslüman görmüyor. Kürtçülük, Türkçülük, ırkçılık, kafatasçılık gözlüğü takmışlar. Ümmet olduğunu görmüyor. Peygamberi örnek almamız lazım. Ama maalesef 28 Şubat öncesi, bilhassa 12 Eylül 80 öncesinde, cemaatler hemen hemen hepsi, “Dini biz temsil ediyoruz, başkaları Müslüman değil” anlayışıyla birbirine yaklaşıyordu. “Benim tarikatıma giren Müslüman, diğerleri mü’min değil” diyenler var hala! Bunlar hep at gözlükleri yüzünden. Bu at gözlüklerinin günümüzdeki adı, ‘çıkar gözlükleri’dir. Dini kullanma gözlükleridir. Bu gözlükleri kıracağız.
> Bugünün siyasetine de ağır eleştiriler bunlar.
> O açıdan söylüyorum. Tutmuş bir parti (CHP’yi kast ediyor) il merkezinde, bildiri dağıtıyor. Bir parti liderinin başörtülü hanımının (Başbakan Tayyip Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan’ı kast ediyor) fotoğrafını gösteriyor, “Falancayla kucaklaştı” diye. Bir Müslüman böyle şeylerle propaganda yapabilir mi? Kim yaparsa kötüdür. Sen Baykal için de bunu yapamazsın, başkası için de. Peygamberin böyle bir tebliğ metodu yoktur. Ben sizin “kıyafetlerinizi tamamlamak için gönderildim” buyurmuyor. “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyuruyor. Particilik maalesef basiretimizi, ferasetimizi görüş açımızı daraltmıştır. Aklımızı başımıza alacağız. 28 Şubat’ta neleri nasıl yapabileceğimizi öğrenmişiz, yanlışı tekrar etmekte hiçbir fayda yok. Akıllı mümin yılan deliğinden iki defa ısırılmaz. İktidara geldiğimizde yapamayacaklarımızı, gelenlerden isteme cehaletinden kurtulacağız. Türkiye’nin gerçeğini, arazisini, mayın tarlalarını gördüğümüz halde, cemaatin, toplumun, seçmenin alkışnı almak için Don Kişot’luk yapma hastalığından kurtulacağız. Gerçekçi olacağız. Peygamber (A.S.) gibi davranacağız. O’nun metodunu kendimize şiar edineceğiz.
> Artık siyasetle aktif olarak ilgilenmiyorsunuz.
> Siyasetten uzak kalmak, siyaseti terk etmek, bu güzel ülkeyi hırsızlara., hortumculara. hainlere terk etmek demektir. Vatanını seven bir mümin siyasete ilgisiz kalamaz. Ama koltuklara ilgim yok, nefretim var. Koltuğa oturmakla siyaset yapmak ayrı şeydir. Koltuk istemekle bu ülkenin yöneticilerini uyarmak ayrı şeydir. Mü’min mü’minin aynasıdır. Mü’mine bakıp saçımı mı tarayacağım? Hayır. Benim yanlışımı siz söyleyeceksiniz, kendimi düzelteceğim. Sizin yanlışınızı ben söyleyeceğim, kendinizi düzelteceksiniz.
> Rize Belediye Başkanının danışmanlığını yaptığınız söylenmişti bir ara?
> Yok. Onlar medyanın uydurması. Bir keresinde eski belediye başkanlarını çağırmıştı, istişare etmek için. Hizmeti geçen CHP’liyi de, ANAP’lıyı da, SP’liyi de çağırmıştı. Fakat bunu yanlış olarak topluma yansıtmışlar.
Ümmühan ATAK(Gerçek Hayat)
HABERE YORUM KAT