ŞİZOFRENİK SAVRULMALAR
Tıp doktoru değilim, ama google’dan almış olduğum bilgilerle şizofreniyi anlamaya çalışıyorum. Şöyle diyor google şizofreni için:
“Beyindeki kimyasal maddelerin iletiminde bir bozukluk olması ve beyin yapısında bazı farklılıkların görülmesiyle ortaya çıkan bir beyin hastalığıdır.
Beyinde bulunan sinir hücreleri birbirleriyle bağlantılıdır. Bu bağlantı ile iletişim sağlanır. Bunun için de sinir hücrelerinin ucundan kimyasal maddeler salgılanır. Bu maddelerde bir bozukluk olması şizofreni nedenleri arasındadır.”
“Sağ ve sol beyin birbirinden bağımsız hareket etmeye başladığında ortaya çıkacak durum şizofrenidir.”
“Şizofreni hastaları olaylara anormal tepkiler verir çünkü beyinleri, çevredeki uyaranları diğerlerinden farklı şekilde algılar. Olmayan sesleri, kokuları, görüntüleri varsayabilirler. Örneğin, kendi kendine konuşan hastaya ne yaptığı sorulduğunda bir canavarla veya doğaüstü bir varlıkla ya da ölmüş bir yakını ile konuştuğunu söyleyebilir.”
Okuyucularımı biraz sıktığımın farkındayım; ama öyle bir zaman diliminden geçiyoruz ki, bunun adlandırılmasında sıkıntılar çekiyoruz. Bireysel şizofreni oluyor da acaba toplumsal şizofreni olmaz mı, diye sorası geliyor insanın?
Sağ ve sol beyin bağımsız hareket ettiğinde bu hastalık nüksetmektedir, deniliyor. Yani beyinde bir otoritenin varlığı ortadan kalkmaktadır ve iki başlılık söz konusudur.
Burada “dopamin” denilen bir kimyasal madde çok önemli bir rol oynamaktadır. Dopamin, hareketliliği sağlayan, insana coşku ve heyecan veren, aynı zamanda da sürdürmemizde roller üstlenen çok önemli bir maddedir. Örneğin, sanatçılar yüksek estetik duyguya sahip eserler ortaya koyabilmek için dopamine ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla en yüksek estetik değeri olan eserleri, şizofreniye en yakın sanat adamları üretirler.
Bu nedenle topluma mal olmuş, çok beğenilen eserleri vücuda getiren dâhilerin pek çoğu, bir yandan da ağır psikolojik sorunlarla uğraşmışlardır. Bu nedenle “ Dâhilikle delilik arasında ince bir çizgi vardır.” sözünü ciddiye almak gerekir.
Şizofreni bir beyin hastalığıdır. Bunun gibi, ülkemiz de nice zamandır bir beyin hastalığıyla debelenip duruyor. Aslında Tanzimat’la birlikte bu ikilik yaşandı ve sonrasında ayyuka çıktı. Ana kumanda, medeniyetimizin değerleri iken, Tanzimat’la birlikte bu ana kumanda ikiye bölündü ve devlet yapılanmasıyla milletin değerleri farklı kulvarlara savruldu. Bu durumda da çatışma yani “şizofrenik mikrop” bünyeyi tuttu ve bizler yaklaşık iki asırdan fazla bir zamandır bu illetle uğraşıp durmaktayız. Bir millet için en büyük tehlike nifaktır, ikiliktir.
Gördüğümüz hayallere/sanrılara “gerçeklik” diyerek kendi özelimizdeki hastalığa herkesin inanması için çaba gösterdik. Bunu kabullenmeyenlere darbeler yaptık ve sindirmeye çalıştık. Aslında her darbe, “toplumsal şizofreni”nin somut bir yapılanmasıdır.
Şizofren biri ortaya çıkıyor ve kendi gördüğü sanrıları gerçek diye toplumun bazı kesimlerini inandırıyor ve sonra toplumsal bir savrulma, bir değerler anarşisi ortaya çıkıyor. Nedir bu savrulma, bu toplumsal şizofreni?
Kendisine inananların gözünde o “kutsal” bir varlıktır. Toplumun diğer kesiminin göremediği olağanüstülükleri, inanlıları görmektedir. Onun bir tebessümüne canlar fedadır veya gözünü kırpmadan canlar alınır. Onun emirleri kutsaldır, anında yerine getirilir…
Ben şuna inanıyorum; gelecekten haber veriyor değilim, tarihten ibret alarak söylüyorum:
17 Haziran 1950’de, 18 sene aslı gibi okunması yasak olan ezan, “Allahu Ekber” nidalarıyla ülke ufkunda hüzünlü bir biçimde okunmasından sonra, bu ülkede artık ne yaparlarsa yapsınlar, ülkeyi geriye götüremezler. Bahar gelince, kışı getirmek için tüm buzdolaplarını meydana çıkarsanız da kışı getiremezsiniz. Ülke kaderinde bahar yaşanıyor, her “kötü” görünen hadise bu milletin lehine gerçekleşmektedir, inşallah gerçekleşecektir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasc,@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT