Tanrı millî midir?
Tanrının millî olmadığı bir alemde ulusalcılıktan söz etmek, başlı başına bir zihniyet sorunudur. Bu zihniyet sorunu giderilmedikçe, dünyada hiçbir mesele çözüme kavuşmayacak, aksine daha da çıkılmaz bir hal alacaktır.
Millî tanrılar vardır; ilkel kabilelerin totemleridir. Yahudiler Yahovayı milli sayarlar. Onun, yalnız kendilerini üstün kılan tanrı olduğunu söylerler ve bundan ötürü Yahudi ırkının dünyanın en üstün ırkı olduğuna inanırlar.
Hıristiyanlar da baba-oğul muhabbeti içerisinde tanrıya yaklaşır ve onu kendilerine mal etmeye çalışırlar.
Yeryüzündeki savaşların temelinde işte bu anlayış yatmaktadır: Tanrı benimdir, onu kimseye vermem!
Oysa, Allah bütün alemlerin Rabbidir. İnsanları, hayvanları, bitkileri; cinleri; yıldızları, galaksileri ve daha bilip bilmediğimiz tüm varlıkları yaratan Odur.
Zaten çevremize, dünyamıza baktığımız zaman Onun sonsuz rahmetinin işaretlerini görürüz.
Akan sular vardır; göller, denizler vardır. Akarsuların önünde baraj yapabilirsiniz, göllerin, denizlerin etrafını çevirebilirsiniz; ama buharlaşmayı önleyemezsiniz ki! Su, buharlaşarak, senin çizdiğin millî hudutları aşarak evrensel dünyaya ulaşır; yağmur olur; insanları, hayvanları, bitkileri sular ve onlara hayat bağışlar.
Hava da millî değildir; ondan bütün canlılar istifade eder. Hiç kimse havaya hudut çizemez.
Hayat bağışlayan en kıymetli şeylerin millî olmadığı bir varlık alanı içerisinde insanlar, ırkları, renkleri, dilleri için savaşıyor ve birbirlerini öldürüyorlarsa, burada çok ama çok büyük bir anlayış sorunu vardır.
İnsanların tanışmak dışında renklerini, ırklarını, dillerini tasnife kalkışmaları, onlarla övünmeleri, Yaratıcıya karşı bir kalkışma değilse, nedir?
Hiç kimse ırkını seçerek doğmaz. Rengini ve anadilini de seçme özgürlüğüne sahip değildir. Bütün renkler, ırklar ve diller, Allahın ayetlerinden birer ayettirler. Dolayısıyla kimse konuştuğu dilden, mensubu bulunduğu ırktan ve renginden dolayı kınanamaz.
Aksi de aynı olumsuzluğu içerir: Hiç kimse, ırkıyla, rengiyle ve diliyle övünemez; bütün bunları kutsayamaz. Her iki halin vukuunda da insanlığa ve Yaratıcıya karşı büyük bir saygısızlık vardır.
Millî bir tanrı, her zaman savaş tanrısıdır.
Allah anlaşılmadan dünyaya ve insanlığa barış gelmez; çünkü Allah, yalnız kendine kulluğa çağırandır ve nefisleri terbiye edendir. Terbiye edilmemiş her nefis, tanrılığa kalkışır; bu, onun doğasında vardır. Bundan ötürüdür ki bugün ve her devirde birçok tanrıya rastlanmakta ve tanrılar arası savaş bitmemektedir.
17 Aralık Şeb-i Aruz günüdür. Hz. Mevlânanın ebedî âleme doğuşunun 735. yıldönümüdür. Bu vesileyle onun evrensellik anlayışını ve kulluk bilincini ortaya koyacak birkaç görüşünü nakletmek istiyorum:
Haçı ve Hıristiyanları baştanbaşa araştırdım; O (Allah), haçta değildi.
Putperestlerin tapınağına eski pagodaya gittim; Ona dair bir iz yoktu orada.
Herat Dağına ve Kandehara gittim; O, o tepede ve o vadide değildi.
Kaf dağının zirvesine çıktım; fakat orası sadece Anka kuşunun meskeniydi.
Arayış için çevirdim dizginlerimi Kâbeye; O, ne yaşlıların ne de gençlerin toplandığı yerdeydi.
İbn-i Sinayı, onun varlık düzeyini sorguladım; O, İbn-i Sinanın bilgisinde de değildi.
Kabe kavseyne çıkmayı da başardım; O, yüce sarayda da değildi.
Gözlerimi kalbime çevirdim; oradaydı, başka bir yerde değildi.
Evet, böyle diyor, Mevlâna. Bu kalp hangi renkten, ırktan ve dildendir derseniz, insanlık ırk, renk ve dilinden derim.
İnsanın, emeğinden başka övünebileceği, sahiplenebileceği hiçbir şeyi yoktur. Anlayışımızın berraklığı ve davranış güzelliğimizdir, bizi insan yapan şey.
Devam edelim Mevlânayı dinlemeye:
Gel gel, daha yakın gel; bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürecek? Mademki sen bensin, ben senim; artık bu senlik ve benlik nedir? Biz Hakkın nuruyuz, Hakkın aynasıyız. Şu halde kendi kendimizle ne diye çekişip duruyoruz? Bir aydınlık, bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor?
Aynı vücudun birer organı olduğumuz halde neden zenginler yoksulları böyle hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne diye kendi sol elini hor görür? Biz hepimiz, bütün insanlar hakikatte bir cevheriz(öz). Haydi, şu benlikten kurtul.
Dünyada çeşit çeşit diller, çeşitli sözlükler vardır; fakat hepsinin de anlamı birdir. Çeşitli kaplara konan sular, kaplar kırılınca birleşirler, su halinde akarlar. Sen su gibisin, fakat bir çukurda mahpus kalmışsın.
Allah ve ölüm ötesi inancını, dünyadaki davranışlarına yansıtamamış bir insanın, birçok milli tanrıyla boğuşma serüveni ebediyyen bitmeyecektir. Tevhide ulaşamamış olan zihniyetlerin küfür kusmuklarıdır, savaşlar. Bu kusmukla beslenenlerin kurmuş oldukları dünya sitelerine de uygarlık diyoruz.
YAZIYA YORUM KAT