Taş medreselerde ihtiyarlayan genç bedenler
Hapishane denilen yerler, belkide dünyanın en soğuk yerleridir. Cezaevlerinin kendine has kuralları vardır. Seni sen yapan veya başka bir ifadeyle insani insan yapan statü değerlerinizin hiçe sayıldığı, özgür iradenize prangaların vurulduğu yerlerdir ceza evleri.
Kalın taşlardan örülmüş aşılmaz duvarları, açılması zor ve imkânsız demir kapıları, havasızlıktan yazın sıcağında terleyen, kışın soğuğunda buz damarları oluşan duvarlarıyla adına yakışan karanlık bir dünyadır orası.
Birileri ceza evlerini suçluları ıslah etme yerleri olarak, başka birileri de insanları gerçek hayattan koparan yerler olarak tanımlamış hapishaneleri.
Vatan, Millet, Bayrak ve Kuran âşıklarının bu soğuk yerleri tanımlaması daha bir başkadır elbette. Kara Eylül diye tarihe geçen, Türk-İslam Ülkücülerinin hiç unutmadan nesilden nesillere anlatacağı ve gelecek kuşakların dersler çıkartacakları kahpe bir dönemin adıdır Kara Eylül hikâyesi. Selçuk Daracık, Halil Esendağ, Cengiz Baktemur, Ahmet Kesre, Fikri Arıkan, İsmet şahin, Cevdet Karakuş ve Ali Bülent Orkunun idam sehpasına yolculuğa çıktıkları yerin adıdır cezaevleri. Genç yaşlarında dengecilerin denge politikalarına canlarını veren ana kuzularıdır bu civanlar. Yerleri cenneti mekân olsun şehitlerimizin.
Kara Eylül denilen dönemin öncesinde ölüm kusan kahpe namlular karşısında genç bedenlerini kalkan eden ve bu topraklara al kanlarıyla kahramanlıklarını yazarak destanlaştıranların yolundan giden daha nice gerçek kahramanlar tanıdık ve bildik biz. Kara Eylül sonrasında da taş duvarlar arasında genç bedenlerini ihtiyarlatıp çürüttü nice Ülkü sevdalıları. Nice genç bedenler, Ülkü ateşiyle alev, alev yanan taze gönülleriyle birlikte, bu ülkeyi kızıllara peşkeş çektirmedikleri için tarihin en soylu ve onurlu yaşam mücadelesini en dayanılmaz şartlarda vermeye gayret ettiler o yıllarda.
Kara Eylülün sahipleri ve ABD elçisinin ihtilal sabahı bizim çocuklar dediği zevatın uyguladıkları denge politikaları uğruna ve yaptıkları haksız darbeyi haklıymış gibi gösterebilmek için kurunun yanında yaşta yanar misali nice Ülkü devlerinin o yıllarda Allah vergisi ömürlerini çalmışlardı. Günlerce ve aylarca en ağır işkencelerin muhatabı olan Ülkü devleri nihayetinde taş duvarlar arasına zorla ve haksızca tıkıldıklarında, yüreklerindeki ülkü ateşi ve imanları sayesinde Hapishane denilen yerleri taş medreselere dönüştürdüler o günlerde.
Dışarıda bulundukları yıllarda, bir kez dahi çocukluklarını yaşayamayan, kendisiyle baş başa kalıp iç muhasebesi yapmaya fırsat dahi bulamayan tunç yürekli nice Anadolu delikanlıları, taş medrese adını verdikleri soğuk duvarlar arasında tevekküle yöneldiler kara Eylül sürecinde. Susamış oldukları bir sevgili gibi özledikleri kendilerini kendilerince yeniden bulup keşfettiler o tarihlerde.
İbadetle ve zikirle dopdolu geçen uzun yıllar öncesinde, siyah saçlarıyla taş medreselere girenler, kır saçlarıyla bir gün geldikleri gerçek dünyalarına döndüler işin nihayetinde. Geriye ve özlenenlere dönüş sonrasında karşılaşılan vefasızlık, çürümüşlük ve çözülmüşlük onlar için içeride çekilen çileleri, uğranılan hakaretleri aratacak kadar acı vericiydi. Gönül insani olmak, dava adamı olmak elbette bu safhadaki sınavda belirlenecekti. Onlar oynanmak istenilen oyunun çok iyi farkındaydılar ama ne yazık ki birileri oyunu fark edebilmeyi bir yana bırakın, oynanmak istenilen oyuna oyunculuk edenler bile türemişti ortalıklarda.
Kimileri çok yorgun düşmüştü, kimileri içeri girerken geride bıraktıklarını bulamamıştı geri döndüklerinde, kimileri yılların acısıyla psikolojik travma geçirmişti, kimileri küsmüştüler bir yerlere. Ne yazık ki, çekilen bu acılardan habersiz olanlar köşe başlarını tutmuşluğun aldatıcı hazzıyla sergiledikleri vefasızlıklar bir tarafa, kır saçlılar kenarda dursun diyerek, taş duvarların öldüremediği gönül insanlarını manen öldürmeye yetiyordu bazılarının tutum ve davranışları. Bazı çakallar kurt postuna sokulup bizim kuşağın kazdığı mevzilere doldurularak hareketin kimyası bozulmak isteniyordu acılı yılların sonrasında.
Geçmişte kızıl kurşunlara karşı adam gibi mücadele veren Ülkü devleri, şimdi az olsun ve bizim olsun diyenlerle mücadele etmek zorunda kalıyorlardı. Ancak bu yeni mücadele kaybedilenleri yeniden kazanmak için bir mücadele olacağından, kır saçlılar için bir kuyumcu kadar hassas olmayı de gerekli kılıyordu. Teşkilat disiplini almamış, elit kadroların tedrisatından geçmemiş, uzun etekli palto giymeyi dava adamlığı zannetmiş, günahsız ve masum gençleri suçlamadan yeniden şekillendirip biçimlendirmek gerekecekti.
Bu iş öyle kolay bir iş te değildi. Bu genç kuşaklar masumdu ve suçsuzdular. Çünkü verilmeyen bir şeyi bu nesilden istemeye kimselerin hakkı olamazdı. Elbette taş medreselerden tahliye olan kır saçlılar da insandı. Onların da duyguları, acıları ve onurları vardı. Meydanı boş bulup mevzilere dolanların birçoğu bu çizgiyi idrak etmekten çok uzak olduklarından, bu durumu fırsat görüp, eski yeni ayrımını isteyen şer odaklar hemen devreye girerek Ülkücü hareketin birlikteliğini sabote etmek için ellerinden geleni geri koymadılar.
Daha dün ırmak kenarlarında dahi gezmeyi beceremeyenlerin, bir anda zirvelere taşınmaları, geleceğin malzemesi olmaya aday bu genç kadroları da tarumar etmekteydi. Bu korkunç gidişatın farkında olamayanlar veya olup da işlerine öyle geldiği için ses çıkarmayanlar Türkiyenin bu günkü fotoğrafının ortaya çıkmasına zemin hazırlamışlardı.
Bana göre hiçbir zaman kötü insan yoktur, kötü sebepler vardır. Bazı arkadaşlarımız olup bitenlere bizim tespitimiz dışında başka bir pencereden meseleye baktıkları için, birilerinin istediği ikilemler doğdu ve atı alanlar dörtnala kalkacağım derken, tökezlemeye mahkum düştüler. Benim inancıma göre, Mevla dilemeden ağaçlar bile yaprak dökemeyeceğine göre, bu hoş olmayan görüntüde de mutlaka bir hikmet vardır.
Şimdi madalya isteme, iyi kötü ayrımı yapma zamanı değildir. Şimdi gönüllerin birleşme zamanıdır. Dargınların kucaklaşma zamanıdır. Kır saçlı Ülkü devlerine vefasızlık edenlerin, terbiyelerini takınıp ağabeylerinin bıraktıkları bu şanlı Bayrağı onlara yakışacak şekilde temsil etme ve taşıma gibi kutsal bir görevleri vardır. Bunu yapmak onları büyütecek ve geçmiş günahlarından arındıracaktır.
Birileri şimdi bu sözlerimizden başka anlamlar çıkaracaklar. İsteyen istediği anlamı çıkarabilir. Biz şunu diyoruz veya demek istiyoruz. Ülkücülük haddini bilmektir. Ülkücülük ahde vefalı olmaktır. Ülkücülük gönül insani olmaktır. Gönül adamı olmak, dava adamı olmak lafla olmaz. Bu iş yürek işidir, gönül işidir, adap ve terbiye işidir. Cümle Ülküdaşlarıma saygı ve sevgilerin en tükenmezini sünüyorum. Türk Milletinin var olma kavgasında canlarını veren aziz şehitlerimizin ruhları önünde huşuyla eğiliyor ve onlara sonsuz dualarımı sunuyorum. Yerleri Cenneti mekân olsun.
YAZIYA YORUM KAT