Tehlikeli oyunlar
Cumhuriyetimizin kurucusu M. Kemal Atatürkün vefatından sonra, yönetim erkini ele geçirenlerin bu ülkeye yaptıkları en büyük kötülük; Milli devletimizi, Milletin devleti olmaktan çıkarıp, bir avuç sözde seçkinin devletine dönüştürmeleridir. Söz konusu kadrolar 1950 yılına gelene kadar, bu ülkeyi kendi hezeyanlarına göre yönetmişler, Atatürk ün Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir Stratejisinin aksı uygulamalarla, Milletle ile Devlet arasında aşılması zor duvarlar örmüşlerdir. Anadolu insanına hep şüpheyle bakan, bizim kültür iklimimizden bihaber olan, milletin dinamikleriyle uzlaşmada zorlanan veya barışık olmayan bu çevreler, daha sonraki yıllarda suni bir takım gündemler ve şüpheler icat ederek kendi statükolarını sürdürebilmek için sürekli olarak gelişen dip dalgalarını kırmak amacıyla devletimizi uzun yıllar despot bir anlayışla yönetmişlerdir. Osmanlının sonunu getiren en önemli hastalıklarımızdan birisi olan Jurnalcılık ve ispiyonculuk bu dönemde ayyuka çıkmış, köy enstitüsü mezunu olan ve zamanın eğitimcisi olarak Anadolu köyüne göreve gönderilen eğitmenler, o yıllarda adeta rejimin ispiyoncusu olarak kullanılmış, tahsildar denilen görevli de, milletin yumurtasına varana kadar almış, jandarmamız ise, rejimin korku değneği olarak kullanılmak istenmiştir. İşte o gün bu gündür bu arıza bir şekilde devam etmiş, şeflik döneminin kalıntıları bu ülkede tam anlamıyla Demokrasinin yeşermesine fırsat vermemiştir. Ne tuhaftır ki, bu çevreler demokrasi lafını da ağızlarından hiç düşürmemişlerdir. Aynı çevreler demokrasi, çağdaşlık kavramları gölgesinde milli ve manevi dünyamıza karşı sistemli bir savaş açarken, yabancı kültürlere ülkenin kapılarını sonuna kadar açmışlardır. Canından bezdirilen millet evlatları yeni arayışlar yolculuğuna adeta zorlanırken veya mahkûm edilirken, gelişen dip dalgalarını kırmak veya yörünge kaybına uğratabilmek için de akla hayale gelmez oyunlar oynanmış ve bu süreçte dış güçler ciddi anlamda ülkenin iç ve dış siyaseti üzerinde etkinlik kazanmışlardır. 1950 den sonra gelen her iktidar önceki iktidarın bir şekilde devamı niteliğinde olmuş, farklı söylemlere sahip olsalar da, bozulan devletimizin rotasını düzeltme konusunda hiçbir zaman muktedir olamamışlardır.
En son olarak AKP hükümeti, bu dip dalgası sayesinde iktidara gelmiş veya getirilmiştir. Ne yazık ki, AKP iktidarı bu güne kadar takıp ettiği teslimiyetçi politikalarıyla ipin ucunu tamamen kaçırmış, içteki egemen güçlerle mücadele edeceğim diyerek, Türkiyeyi dış güçlerin ablukası altına sokmuştur. Şimdi gelinen noktada, karşılıklı restleşmeler bir yana, devletin en saygın kurumları bu kavgaya malzeme edilmek istenmektedir. AKP iktidarı çok tehlikeli ayaklar içerisindedir. Bu milletin göz bebeği, kahraman Ordumuzu yıpratıcı oyunlara göz kırpanlara çanak tutar bir görüntü vermesi, içinden geçmekte olduğumuz sarsıntılı süreçte tehlikeyi çok daha da fazla büyütmektedir. Devlet kurumları arasındaki eş güdüm ve karşılıklı güven ciddi anlamda sarsılmış görüntüsü, şer odaklarını sevindirmekte ve millet evlatlarını derin üzüntülere gark etmektedir. Bu devletin rotasının bozulduğu doğrudur. Ancak; yapılması gereken pusulaya yeniden bakıp, kaybedilen rotayı yeniden bulmak olmalıdır. Mevcut durumu fırsat bilerek, Cumhuriyeti rota değişikliğine taşımak gibi bir niyet veya kirli hesap, hesap sahiplerini kahredebileceği gibi, sistemin çarklarını elinde tutmak isteyen çevrelerin de ekmeğine yağ sürmüş olacaktır. Son günlerde basına sızdırılan, gazetecileri belli ölçülere göre değerlendiren bir çalışmayı fırsat bilerek ordumuza karşı saldırıya geçen ve bir bardak suya okyanus görüntüsü vermeye çalışan malum çevreler, esasen bu tür çalışmaların her zaman yapılan rutin işler olduğunu çok iyi bilmektedirler. Türkiye gibi hassas bir bölgede varlık sürdüren bir ülkenin güvenliğinden sorumlu ordusunun benzer çalışmaları yapması çok olağan işlerdir. Ne yapalım yanı! Bu ülkede vatan hainlerine birileri pirim verirken, başka birileri takibe almasın mı? Bunu hangi vicdan sahibi isteyebilir. Bizim temennimiz siyasilerimize aklıselimin hâkim olması ve bu ayak oyunlarından uzak durulmasıdır. Değirmenin suyunu keseceğim diye, derenin başındaki canavarın kucağına oturup, öfkeli ve kinci yaklaşımlar rahatsızlıkların çaresi diye izah edilemez. Bu resmen gafletin ötesinde delaletten başka hiçbir şey olamaz. Korkarım ki, bu kafalarla ve bu inatla bu ülkede çok canlar yanar ve çok yazık olur.
YAZIYA YORUM KAT