TÜRKÇEYE SAHİP ÇIKMA MESELESİ
Günümüze has en şifa bulmaz hastalıklardan bir tanesi de kavramlar kargaşasıdır. Bu kavgada yenik düşenler, maalesef geleceklerini kaybetmiş olacaklar. Kavramlar toplumları meydana getiren insanların ortak nefesleri, ortak sesleri gibidir. Kavramların içleri boşaltıldığı zaman, toplumu meydana getiren bireyler nefes alamaz hallere düşerler. Kavramlar kargaşasının yaşandığı toplumlarda fertler arası ilişkilerde ortak bir konuşma, anlaşma, diyalog kurma dili geliştiremezler. Bundan dolayı da o topluma başkaları dilediği gibi şekil ve biçim verme şansını elde etmiş olurlar. Nasıl ki; nefes almada zorlanan bir canlı beden çeşitli tahribatlar yaşarsa; kendisini anlatmakta, izah etmekte zorlanan kimselerde diğer insanlarla her hangi bir konuda sağlıklı bir istişare yapma olgunluğuna asla erişemezler. Bunun sonucunda da bütün birliktelikler çözülür ve insanlar arası ilişkileri başkaları rahatlıkla kontrol altına alırlar.
Milletleri imha etmenin en kestirme yolu, o milletin dilini yozlaştırmaktan geçer. Kendi fonetiği içerisinde kalıp gelişen ve zamane kavramlarla kendisini takviye eden diller kendi mecralarında geliştikleri sürece milli dil olma özelliğini korumuş olurlar. Kendi algi ve şuur kanalı dışına taşmış diler, aynen bir doğal afet gibi toplumları tarumar ederek fertleri birbirine yabancı, hatta düşman haline gelmelerine zemin hazırlar.
Türk dili; kök yapısı ve ses üretme kanalları bakımından çok zengin bir dildir. Değişik sebeplerle başka dillerden aldığı kelimeleri kendi engin havuzunda kendine mal ederken dünya dilleri arasında en az zorlanan bir dildir. Ancak; kendi yorum ve şuur algısı içerisinde şekillenişe gitmeden dilimize giren her kavram bir serseri mayın gibi tehlikelidir. Nasıl ki bir el bombası acemi bir Askerin elinde öldürücü bir mekanizmaya dönüşür ise, yabancı bir kelimede ehliyetsiz ellerde millet kimyasını tahrip eden bir mikroba dönüşmede gecikmez.
Türkçemiz; özellikle Selçuklular döneminde Farsçanın etkisi altında kalırken, Osmanlı döneminde de ciddi manada Arapça ve Farsa karışımı olan Osmanlıcanın etki alanında yalpalayarak Cumhuriyet dönemine gelindi. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu konuda öze dönüş hamlelerinde ciddi başarılar elde edilmiş olsa da, Mustafa Kemalin ölümüyle öze dönüş hareketinden sapılarak, batı dillerinin hegemonyasına terk edildik.
Atatürk ün kurmuş olduğu “Türk dil kurumu” bahse konu yıllardan beri bir sürü saçmalıklar sergileyerek Türkçenin yozlaşmasına zemin hazırlayan bir kuruma dönüştü. Öz Türkçe diye millete, özellikle akademik çevrelere yutturmayı başardıkları uydurukça diye bizler arasında alay konusu olan densizliklerden birkaç örnek vererek içine düştüğümüz durumun vahametine işaret edelim. Hepimizin malumu olan; otlangaç, götürgeç, olanak, doğuraç, doğurtaç gibi alay konusu olan enteresanlıklar bu yozlaşma döneminde ortaya çıkmıştır. Bir milletin evlatlarının kendi dilleriyle alay etmesinin önünü açan bu çıkışlar maksatlı çıkışlardır.
Bugün gelinen noktada Osmanlı hayranlığı ortaya çıkmış görüntüsü sergilense de, Osmanlının sonunu getiren izansızlıklar şimdi pirim yapar hallere gelmiştir. Türkçe ile oynayanlar veya bu milletin varlığını hedef alanlar saldırı politikalarını zamane şartlarına göre oynamaktadırlar. Oyunu oynayanlar dün geçmişi reddi miras etme şeklinde işlerini yaparlarken, aynı oyunun oynayıcıları olan bugünkü zerzevat takımı da bugünü reddi miras edip geçmişe dönüş yapma kalpazanlığına soyunarak aynı görevlerini ihanetlerini sergilemektedirler.
Bu kısır döngüye karşı ses çıkarması gereken sözde Aydın ve Entelektüellerimiz de kimileri şişenin dibinde yan gelip yatarken, diğerleri de Vatikan in gölgesinde küresel projelere sevdalanarak yeni bir kuyu eşmenin peşine düşmüşler. Kuyuyu kazanların yaşadıkları zaman kesiti veya manevra yaptıkları alan her ne kadar birbirlerinden farklı gözükse de, söz konusu çevreler esasta hedef beraberliği içerisindedirler. Hedeflerinde Türkçemizi ve onun akabinde de Türk milletini imha etme noktasında ortak stratejileri vardır.
Yalanların hakikatleri susturduğu, kaynatılan kazanların pekmez yerine katranlar kaynattığı bir kültür atmosferinde milli ülkü ve milli şuurun inkişaf etmesini beklemek beyhude bir bekleyiş olmanın ötelerine geçemez.
Millet olarak ayakta kalmak istiyorsak dilimizi canımız gibi azız bilmeliyiz. Örmüş olduğumuz dil kalemizden taş çıkarıp atamayacağımız gibi, yeni taşlar örüyoruz diye de, kerpiçten tuğlalarla bu kaleye müdahale asla etmemeliyiz. Küreselleşme şarkıları gölgesinde mest olduğumuz bu süreçte, dilimiz ve kültürümüz içerisine yerleştirilmek istene yabancı mayınlara karşı da uyanık olmalıyız. Ayni Aile çatısı altında yaşayan kuşaklar bile kendi aralarında anlaşamaz hale gelmeden dil dejenerasyonuna karşı millet olarak mutlaka Türkçemize sarılarak barajlar kurmak durumundayız.
Üzülerek ifade etmeliyiz ki; renkli cam dediğimiz televizyonlarda kullanılan dil, eğitim kurumlarımızda kullanılan dilden çok daha etkili olmaktadır. Bu durum, felaketin büyüklüğünün en açık göstergesidir. Her hangi bir işe, her hangi bir çalışanı işe alırken çeşitli kriterleri uygulayanlar, her gün millete hitap eden renkli camlardaki palyaçolara da dil konusunda mutlaka bazı kriterler getirmek zorundadırlar.
Türkçe hepimizin aort damarıdır. Bu damar koptuğunda öldüğümüzün bile farkına varamayız. Türkçeye mutlaka sahip çıkılmalı ve kavramlar kargaşasının önüne geçilmelidir. Buna Okullarda başlayıp, renkli camlara kadar müdahale edilmelidir. Aksı durumda gelecekte ciddi kargaşalar yaşamaya, kendimize yabancılaşmaya, muhteşem bir geçmişi ve köklerimizi unutmaya varacak kadar zilletlere düşebiliriz.
İnsanlığı toptan köleleştirmenin peşinde olanların uydurdukları; globalleşme, küreselleşme veya dinler arası diyalog gibi kavramlar insanoğlunun önüne konulan en zehirli kavramlardır. Müslümanlar arasında ki vahdeti çözmek için kullanılan; Şiiler için kutsal yerler veya Suniler için kutsal mekânlar gibi ifadelerde şeytanca kurgulanmış cümlelerdir. Çünkü suniler için kutsal olan elbette Şiiler içinde kutsaldır. Bir zamanlar sağcı Hıristiyanlar, solcu Müslümanlar terkipleri de çokça seslendirilirdi. İşte bütün bunlar sinsice kurgulanmış, hem dilimizi ve hem de dinimizi hedef alan kavramsal saldırılardır. Müslümanlar bu kadar saf olmamalıdır. Müslümanlar yatmış oldukları derin uykudan uyanarak etraflarına bakmasını öğrenmelidirler. Bu coğrafya da hayat süren biz Türkler de, her meseleye Türkçe bakmak, Türkçe görmek ve Türkçe okumak zorundayız.
YAZIYA YORUM KAT
Bat dünyasının, özellikle dünya kiliseler birliğinin ve hepsinin arkasında ki Vatıkan şövalyelerinin saldırıları sonucu dünya dilleri arasında etkilenen ve bizimde yazımıza konu edindiğimiz kavramlar kargaşası sonucu kölerinden koparılan diller arasında kaçıncı sırada yer alır? Bugün dünya da bozulmamış dil yok gibidir. Bu sorunun ışığında Arapçanın bugün acaba Kuran dili olarak ne kadar kalabilmiştir sorusuna cevabınız var midir? Yoksa esas mesele burada mı gizlidir. Bütün malları bir dükkana nakledip sonra da o dükkanı ateşe vermek gibi bir hesap mi söz konusudur. Ben iddia ediyorum. Bugünkü İslam dünyasında ki içtihat ve fetva çelişkilerinin arka planında yatan tek acı gerçek Arapçanın kuran dili olmaktan ciddi manada uzaklaşmış olmasıdır. Sayın çok bilenler. Bu konularda ne dersiniz acaba. Mallarımızı, varlıklarımızı ayrı müzelerde korumaya almak belki de daha güvenilir bir yoldur. Dükkanın birisi yanarsa en azından diğerini kurtarırız, ne dersiniz. Bu sorumu uyuyanlara değil, uyanık kalanlara soruyorum.
Yanıtla (0) (0)Arapça elbette bizim kültür kaynaklarımıza uzanma da, bugün bilimsel sahada batı kaynaklı bilim dünyasına uzanırken nasıl ki ingilizce önemli bir anahtar dil ise Arapça da önemli bir yazı türüdür. Benim anlamakta zorlandığım husu daha başka. Dini konular da bile batının eteklerine tutunan, Vatikanın emrinde İlimli İslami pey da eden çevrelerin bu Arapça özlemleri kendi dünyalarında ciddi bir çelişki değil mi? Burada acaba hangi yanılgı veya hangi şeytanı strateji söz konusudur, çok merak ediyorum.
Yanıtla (0) (0)CNN Türk'te Enver Aysever'in programına konuk olan gazeteci ve belgesel yapımcısı Coşkun Aral, Harf İnkılabı ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Yanıtla (0) (0)Engin Aysever'in Harf İnkılabı ile ilgili sorusuna, "Latin alfabesine geçmesini ben çok isterim, çok güzel, kullanıyorum ama niye bin yıllık kültürün birikimini bir anda hiç anlaşılmayan bir dil haline getirip, beton dökmek." şeklinde cevap verdi.
Dünyanın bir çok ülkesinde Arapça eserlerin okunabildiğini dile getiren Aral, "İran'da bugün herkes Farsçayı Arap alfabesiyle okuyup yazıyor. İsrail de Yunanistan da Rusya da kendi alfabeleriyle okuyup yazıyorlar." dedi.
Aral, daha önce eski yazıyla ilgili başından geçen kısa bir hatırasına değindi: "İki sene önce Yemen'e gittiğimde bakanlıktan biri 'gel seni, sizin kütüphaneye götüreyim' dedi. 'Biliyor musunuz, burada sukortodaki balıklara ilişkin çok güzel kitaplar var' dedi. Bir kitap çıkardı içi muhteşem minyatürlerle dolu çok muhteşem bir kitap...
'Okusana' dedi. 'Okuyamam' dedim. 'Türkçe' dedi. 'Yok bu Arap alfabesiyle yazılmış Türkçe, ben bunu okuyamıyorum' dedim. Sizin böyle bi hazineniz var, Afrika'da iziniz var oysa siz tercümelerle suyunun suyunun suyunu okuyorsunuz. Ben kivi meyvesiyle kivi kuşu arasındaki ayrımı öyle bir kitaptan öğrendim.
Yapı Kredi bastı hem İngilizcesini hem Osmanlıcasını. Bırakın orada kivi meyvesiyle kuşu arasındaki farkı size herşeyi veriyor. Evet benim dedem Osmanlıcayı uzun bir dönem kullanmış. Niye bir anda yerin dibine sokulsun ki?"
Hudabin'e bir bilgi vermek istiyorum.
Yanıtla (0) (0)1) Türkçe aşiret dili değil dünyanın gelmiş geçmiş en zengin dilidir. Şu anda tüm Türk lehçelerini de kapsayan 1.200. kelimelik Türkçe sözlük piyasadadır. 1.400. 000 Kelimelik sözlük de yoldadır.
2) Osmanlı'nın ve Selçuklunun kullandığı harfler Kuran harfi değil Eski Türkçe diye bilinen harflerdir.
3) Osmanlı'nın son yıllarında bu ülkedeki okur-yazar oranı erkeklerde %7 kadınlarda %1,2 idi. Yani harf devrimi yapılınca sabah kalkan herkes cahil kalmadı.
4) Türk medeniyeti tarihi son 1000 seneye değil çok daha öncesine tekabül eder. Türkler Eski Yazıyı almadan da bir yazı kullanıyordu. Türkler kendi yazılarını kullanırken Arapça henüz gelişme aşamasında idi ve Arabistan bölgesinde hakim kültür Sümerlerin de hakim kültürü olan Arami kültürüydü. yazı da Arami yazısıydı.
5) Kuran'ın ilk mealini Karahan Türkleri yapmıştı.
6) Harf Devrimi 1000 senelik bir süreçte asilime olan ve özünü kaybeden bir milletin öze dönme hamlesi idi.
7) Bilmediğiniz bir gerçek daha. Latince henüz Müslüman olmayan Türklerin yazısından esinlenerek yapılmış bir alfabedir.
Biz o kutlu davanın gönüllü savaşçılarıyız. Yoksa başka birileri gibi o yüce davadan geçinenlerden değiliz. Asla umutsuz falan da değilim. Ancak; daha çok helal ekmek yememiz lazım. Haram veya faiz üzerinde vahdetin kulelerini dikme iddiasında olanlar doğacak o güneşin önünde kara bir lekedir. Vahdetin kulelerini yeniden inşa edecek gönül erlerinin kullanacakları harçta küresel merkezlerin ne çimentosu nede çakılı olmamalıdır. Zamansız veya zeminsiz ötenler Haz. Peygamberin savaş metotlarından zerre kadar nasipsiz kalanlardır. Haz. Peygamber barışın peygamberi olduğu kadar savaşında peygamberidir. Küffara çiçek sunmakla veya küfrün etekleri altında zafer çığlıkları atmakla bu işler olmaz. Bu işler, böylesine kutlu davalar ancak ve ancak iman ve gönül birliği ile gerçekleşir. Millet evlatlarının imanlarının yağlarının eritildiği, Amerikan islamının borozanların halen çalmakta olması henüz erken olduğunu işaret ediyor. Elbette ve inşallah Türk milletini Allah bu işe memur edecek ve er geç Türk-İslam birliği kurulacaktır. Eminim ki, Tür dediğim için şu anda yerinde zıplayıp duruyorsun dur. Peki Türk denilince zıplayan senin kafanla bu iş nasıl olacak. Şu Arap baharı dediğiniz hikaye ile mi olacak. Biraz insaf arkadaş.
Yanıtla (0) (0)