TÜRKİYE HASTALIĞI
Demokrasi, ileri demokrasi muasır medeniyet der dururuz...
Bu kavramların neresindeyiz?
Sivilleşmenin neresindeyiz?
Sivil demek; medeni demek, demokratik demektir.
Evet, ancak; Türkiye’de siviller en son sırada kabul edilir.
Sivil toplum örgütü deriz odalarda seçimler olur hep siyasi çekişmeler öne çıkar, yarış o yönde devam eder.
‘Kim daha iyi yapar’ı aramayız; ‘benim siyasi görüşümde olsun da ne olursa olsun’ hesabını yaparız.
Tabipler odasında oda başkanları seçilir; yine siyaset, ideoloji öne çıkar.
Siyasi partilerin teşkilatlarında iç yarışlar olur yine herkes kendi yandaşlarını öne çıkarır; becerenler, başaranlar, kabiliyetliler arka sıralarda kalır.
Siyasette öne çıkmak isteyenler birbirlerine omuz hareketi çekerek öne çıkar, yukarı çıkan merdiveni çeker kimse çıkmasın diye.
Askerlerde demokratik gelişme yine bir Türkiye hastalığı, yıllardır ihtilallar, darbeler, balyozcu, çekiççi, kazmacı diye iç çekişmeler devam eder durur.
Kimse kendi yerini, yetkisini bilmez; sivillerin verdiği vergilerden maaş alıyoruz demez!
Halka hizmet için varız diyen olmaz; sanki halkın başında amir gibi dururlar.
Dindarlar açısından bakıldığında sanki imam caminin ağası, cemaatin amiri gibi davranır; kendi yerini bilmez.
Devlet; dine sahip çıkması yerine dini gelişmeyi tehdit sayar. Bu da bir başka hastalık!
Demokrasisi gelişen ülkelerde devlet dinin bütün ihtiyaçlarını yerine getirerek geliştirirken bizde tam tersi olur.
Bu çekişme 80 yıldır devam eder durur. Ne iştir kimse anlamaz ve kimse bunu gündeme getirip çözmek istemez.
Sendikalar bir başka hastalık. Gelişsin, oluşsun derken yine aynı siyasi çekişmeler, kavgalar, yarışlar öne çıkar; sendikal faaliyetler gerektiği gibi mensuplarına fayda vermez, aksine hem devlete hem de üyelerine zarar verir.
Sanayi kuruluşlarının birlikleri var; kuruluşun yönetimine geçmek için mutlaka bir siyasi kanadın adamı olacaksın.
“Efendim burası sanayi kurumu, siyaset kurumu değil. Gelin biz mesleki gelişmemiz için en iyi kim ise onu seçelim” dediğinizde, ‘olmaz!’ yine ideolojiler öne çıkar, ehliyetliler geri planda kalır ve sanayi gelişemez.
Hiç kimse ortak aklın doğrularını ifade etmekte özgürce konuşamaz; konuşsa aforoz edilir.
Tepede olanlar tepede durma adına her şeyinden fedakârlık eder; yeter ki tepede dursun.
Sivilleşmeyi yani medenileşmeyi anlamadıkça, medenice tartışmayı öğrenmedikçe, medenice doğruları görüp kabullenmedikçe, bireyin özgürlüğünü ve medeni cesaretini serbest bırakmadıkça demokratik ülke olmak zordur.
Bir başka Türkiye hastalığı; bürokratlar kafalarına göre her şeyi bilir, bütün ülkeyi onlar yönetir, hükümete akıl verirler, yargıya akıl verirler, askerlere akıl verirler, sanayiciye, inşaatçıya, bankacıya ve topyekûn bütün kesimlere akıl vermeye kalkarlar. Onun dediği doğru, itiraz edersen yönetmelik kanun böyle diye kesip atarlar.
Halkın, vatandaşın lehine –aleyhine olmuş onun umurunda değil. Sadece o koltuğa otursun, oradan ahkâm kessin yeter. Eğitimde yine aynı hastalık devam etmekle beraber bir türlü Türkiye’deki üniversiteler dünya üniversitelerinin ilk 500’üne dahi giremez. Sorarsanız hepsi allame, hepsi bilgiç, hepsi mucit, hepsi deha! Lakin öğütülen un, çıkan imalat bozuk; netice ortada. Niye böyle dendiğinde gerekçe olarak YÖK yönetmeliği böyle efendim, milli eğitim yönetmeliği böyle deyip kesip atarlar. Sağlık sektörüne bakıldığında yine aynı rahatsızlıklar sürer gider. Hastanelere müracaat ettiğinizde “randevu alalım efendim 2 ay sonraya gün veririz” derler, “hastamız acil” dediğinizde ise “gidin fişi kestirin, gelin hemen yapalım” diye cevap alırsınız. Bütün işlemler bu statüye göre akıp gider.
Bu hastalıkları AK Parti hükümeti görüyor, çözüm için yeterli olmazsa bile adımlar atılıyor. Ancak, demokratik olmayan yapılanmalar ayakta kalmak için karşı mücadelelerini vermekten geri durmuyorlar. Ne pahasına olursa olsun demokratik mücadeleyi sonuna kadar, ileri demokrasiye ulaşana kadar vermek mecburiyetindeyiz. Türkiye hastalıkları ancak böyle tedavi olur. Yoksa ileri demokrasi seviyesine ulaşılamaz.
YAZIYA YORUM KAT