YAHYA KEMAL VE YÜZ YILDA DEĞİŞENLER
“Annem bana, Oğlum, dünyada iki insanı sev.. Peygamber Efendimiz’i, bir de Sultan Murad Efendimiz’i sev!.. .derdi”
Yukarıdaki söz, ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı’ya aittir. Yahya Kemal’in annesinin samimi Müslümanlığı ve çocuğuna verdiği iman terbiyesi, oğlunun bütün hayatı boyunca onu etkilemeye devam etmiştir. Çocuğu terbiye ederken, onu detaylara boğmadan, zaman ve zemini kollayarak ve fırsatlardan istifade ederek (fırsat eğitimi) hareket edilirse, bundan bir sonuç alınabileceği ortadadır. Nitekim bu önemli noktayı Yahya Kemal, hatıraları arasında şu cümlelerle anlatır:
“Lâkin benim hem dinî hem millî terbiyem üzerinde daha şiddetle müessir (etkili) olan, annemdir. Annem çok Müslüman bir kadındı. Muhammediyye okur, bana Kur’an öğretirdi.. Beyaz başörtüsü ile elindeki kitaba imanla eğilişini hâlâ görür gibiyim.”
Üsküp’ü ve tüm Balkanlar’ı coşturan, oradaki Müslümanlara kişilik veren, yaşama sevinci aşılayan, sonsuzluk rüyaları gördüren İslâm’dı. Bağ bozulunca, merkez elden kayınca Balkanlar da kan revan içinde gitti; bu gidiş bir asırdan fazla bir zamandır hâlâ devam etmektedir ve yeryüzü Müslümanları her yerde horlanmakta, ezilmekte, öldürülmekte; adeta dünyadan kovulmaktadır.
Yahya Kemal’in terbiyesinde ikinci önemli olay, çocukluğunda duyduğu ezan sesleridir:
“O yaşlarımda ben Üsküp minarelerinden yükselen ezan seslerini duyarak, içim bu seslerle dolarak yetişiyordum. Minarelerden ezan başladığı zaman, evimizde rûhanî bir sessizlik olurdu. Galiba Üsküb’ün sokaklarında da böyle bir rüzgâr dolaşır, bütün şehri bir mâbed sükûnu kaplardı. Yalnız ezan sesleri duyulurdu. Annemin dudakları İsm-i Celâl’le kımıldardı. Bin üç yüz sene evvel, Hazreti Muhammed’in (AS) Bilâl-i Habeşî’den dinlediği ezan, asırlarca sonra, bizim semalarımızda hem dinî hem millî bir mûsikî olmuştu. O anda semâmızın mağfiret âleminden gelen ledunnî bir sesle dolduğunu hissederdim.
Bu sesler beni bütün ömrümce bırakmış değildir. Müslüman Türk çocuklarının dinî terbiyesinde ezan seslerinin büyük tesirine inanırım. Bu inanışımı “Ezansız Semtler” isimli makalemde ifade etmiştim.”
“Ezansız Semtler” isimli makalesinde (23 Nisan 1922 tarihli Tevhîd-i Efkâr gazetesi), Şişli gibi, Kadıköy ve Moda gibi, camisiz ve ezansız İstanbul semtlerinde doğan Türk çocuklarının talihsizliğine işaret ediyor, bu çocukların Müslümanlık rüyasını görmeden yetişmelerini büyük noksanlık sayıyordu. Diyordu ki:
“Bugünkü Türk babaları, havası ve toprağı Müslümanlık rayihasıyla dolu semtlerde doğdular. Doğarken kulaklarına ezan okundu. Evlerin odalarında namaza durmuş, ihtiyar nineler gördüler. Mübârek günlerin akşamlarında, bir minderin köşesinde okunan Kur’an’ın sesini işittiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler; camiler içinde şafak sökerken tekbirleri dinlediler. Dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler, Türk oldular. (Balkanlarda Müslümanlara aynı zamanda Türk deniliyor.)
Yahya Kemal hatıralarına devam ediyor:
“Topkapı Sarayı’nda Revan Köşkün’de gezerken kulağıma daireden bir Kur’an sesi geldi. Bu Kur’an sesinin nereden geldiğini sordum. “Hırka-i Saâdet Dairesi’nden” dediler. Hırka-i Saâdet Dairesi’nde her gün, her saat.. Dört yüz seneden beri geceli gündüzlü bilfâsıla bu hatim indirilir. Yanımdaki arkadaş biraz daha malûmat verdi:
“Yavuz Sultan Selim, Hilafet alâmeti olan emânat-ı mübârekeyi (kutsal emanetler) Mısır’dan İstanbul’a hatimler indirterek getirmiş. İstanbul’a vardığı gece bir vazife tertip ederek, kırkıncısı bizzat kendisi olmak üzere kırk hafız tayin eylemiş. İşte o günden beri bu ana kadar, bu dairede bir saniye ara verilmeden Kur’an okunuyor. Bu hadiseyi idrak ettikten sonra, İstanbul’dan niçin çıkarılmıyoruz? Bu şüpheyi halleder gibi oldum.”
“Gezintilerimde bir hakikat keşfettim:
Bu devletin iki mânevi temeli vardır: Fatih’in Ayasofya minaresinde okuttuğu ezan, Selim’in Hırka-i Saâdet önünde okuttuğu Kur’an.”
Ve fakat!.. Hırka-ı Saâdet’te okunan Kur’an 1924 yılında susturuldu, 1991 yılında yasak kalkana kadar 67 yıl Kur’an okunmadı. Ezanın da aslından okunması 1932 yılında yasaklandı, 17 Haziran 1950 yılına kadar 18 yıl semalarımızdan ezan sesi duyulmadı.
Atilla İlhan bile şunu diyor:
“Ben İzmir’de büyüdüm. Bizim oturduğumuz semtte 11 yaşına kadar Ezan-ı Muhammedi duymadım, cami yoktu.”
Bir yerde pratikte İslâm yok da sadece teoride ondan söz ediliyorsa, orada insanların, özellikle çocukların, İslamî terbiye üzerine yetişmesi mümkün değildir. Medinelerin olmadığı yerde İslâm’ın hâkimiyetinden söz edilemez ve İslâm dolu dolu yaşanamaz.
Gazze, yüz yıllık aldatmayı, yalanı hepimizin yüzüne “şrakk” diye vurmuştur, anlayana!
NOT - 1: Yahya kemal’in hatıralarını, Nihad Sami Banarlı’nın “Bir Dağdan Bir Dağa” (Kubbealtı Neşriyat) isimli eserinden faydalanarak yazdım.
NOT -2: Şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabır diliyorum.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT