YAŞAR KEMALLER DE ÖLÜR!
Yaşar Kemal de öldü. Ölüm denen yolculuk belgesi ona da verildi. 92 yaşındaydı. Çok şeyler yaşadı, çok şeyler gördü ve yazdı. Bir röportajında “elli altı” meslek değiştirdiğinden söz eder. Okullarda okuyamadı, ama okulluların da hocası, ağabisi oldu. Beş yaşındayken, babası ile gittiği camiden çıkarken, babasını, gözleri önünde öldürdüler. Hayatı boyunca camilere pek girememesi bundan olsa gerek.
Ben onun hayatını yazmayacağım, zaten öyle bir niyetim de yok. Onu, her boyutuyla sevenleri, müritleri anlatacak, yazacaklar. Şöhretliydi, çalışkandı ve yazdıkları okunuyordu. Adı anıldığı zaman adeta akan sular duruyordu.
Onunla ben 1968 yılında tanıştım. Ortaokul üçüncü sınıfındaydım. Türkçe öğretmenim, sömestr ödevi olarak onun “Yer Demir Gök Bakır” romanını okumamı ve onun özetini çıkarmamı istemişti. Ben de okul kütüphanesinden kitabı bularak aldım ve köye götürdüm. 15 gün boyunca kitabı okudum ve özetini çıkardım. “Meryemce” ler, “Memidik”ler hayallerime adeta kazındı. Bir Karadeniz çocuğu olarak Çukurova’nın hayat şartları, ağalık sistemi bana çok yabancı geldiğinden, bir rüya gibi ve severek ve ürkerek kitabı okudum.
Sonraki Öğretmen Okulu yıllarımızda onun diğer kitaplarıyla tanıştım ve okumaya çalıştım. Bir gün, yine onun röportajlarının yer aldığı kitabı olan “Bu Diyar Baştan Başa” ile tanıştım. Zevkle okumaya başladım. Bir yere geldim ki, orada beni çok korkuttu. Bir yerde (Şimdi neresi olduğunu hatırlamıyorum.) bir köye mi gitmiş, ne, köyün odasında Elif cüzü okuyan çocuklarla karşılaşmış. Onları görünce çok üzülmüş ve Elif cüzleri için şu hükümde bulunmuş: “ Onlarca zehir tüpü, çocuklara vererek onları zehirliyorlar!” Yaşar Kemal denilince, maalesef benim zihnimde hep o “zehir tüpleri” beliriverir.
Çok korkmuştum! Ben de bu “zehir tüpleri”yle büyümüştüm çünkü. Demek ki bizler zehirlenmişiz!
Okuyan bir insandım, okudukça ve ufkum geliştikçe düşüncelerim de başka mecralara doğru akmaya başladı. Yaşar Kemal’i sevenlere bakıyordum, 12 Eylül öncesi, ceplerinde onun kitaplarıyla bir başka düşünceyi paylaşan gençlere ateş ediyorlar, onları yaralıyor, öldürüyorlardı. Acaba bu “zehir tüpleri” hangileriydi ve bunları yutanlar kimlerdi?
Şu an bile TV’de onun ölümü üzerine ekrana telefonla bağlanan ve onun için konuşan dostlarına bakıyorum, sıra sıra dostlarının ölümü üzerine üzüntülerini belirtiyorlar ve bunu da çok içten yapıyorlar. İşte birkaçı; Tarık Akan, Fikret hakan, Ahmet Ümit, Fatoş Güney ve daha birçokları. Evet, “Kişi sevdiğiyle beraberdir.”
İlginçtir, Kürt sorununun tam da çözüme ulaştığı bir günde öldü; kendisinin bu sorunla ilgili görüşleri, çalışmaları vardı. Öcalan bugün PKK’ya “silahsızlanma çağrısı” yaptı ve fakat Yaşar Kemal bunu göremedi. Her şeyde bir hayır vardır, derler ya.
Ölüleri asla saygısızlıkla anmayız; ama yaşarken onu doya doya sevememişseniz, onun düşünce dünyası size ters gelmişse, elbette onu sevenler gibi de üzülemiyorsunuz. Keşke, inandığımız sonsuzluk dünyasında, Yaşar Kemal de “iyi insan” olarak çağrılsın.
12 Eylül 1980 öncesinde, bizler “sağcı-solcu” olmamamıza rağmen, Yaşar Kemal ve onun gibi yazarlar bize hep korkutucu, ürkütücü gelmiştir. Çünkü onları okuyanlar, silahlarla tanışıyor ve gençler ölüyordu. Binlerce gencimiz “sağ-sol” adına toprağa düştü; bu taze civanların toprağa düşüşlerinde bazı yazar ve çizerlerin acaba hiç mi katkısı yoktur?
Hayat fani, insan bir var, bir yok. Siz bakmayın, “eserleriyle yaşayacak” tarzındaki bazı sözlere. Sonunda ne eser kalacak, ne de onun sahibi. Herkes ebedi alemde, dünyada yapıp ettikleriyle kuşatılacak. İman tek kurtuluş bayrağı gibi dalgalanacak olduğu o günde, Rabbim, bizleri, sevdikleriyle diriltsin.
92 yıl az bir zaman dilimi değil. Zincirlikuyu mezarlığının girişinde yazılan “Her nefis ölümü tadacaktır.” Ayetine “kıl” olanlar, Yaşar Kemallerin de ölebileceğini, bir gün sıranın da kendilerine geleceğini biraz düşünsünler. Dünya yuvarlak, kaçacak yer de yok.
Ne diyelim, toprağı bol olsun, bu destan yazarının.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT