YÜKSELEN DEĞERİNİZ VARSA YAŞIYORSUNUZ?
Genç ve güzel bir kız, Amerikalı bir dolar milyonerine mektup yazar:
“Ben genç ve güzel bir kızım. Hayatımı zengin biriyle birleştirmek, onunla evlenmek istiyorum. Sizin zengin biri olduğunuzu biliyorum; sizin gibi zengin biriyle evlenebilmek için ne yapmam gerekir?”
Zengin adamın cevabı dikkat çekicidir:
“ Ben evet zenginim; ticaretle uğraşıyorum ve dolar milyoneriyim. Biz zenginler için yükselen değer önemlidir. Ticarette yükselen değer paradır, bu yoksa iflas edersiniz. Yani yarın, bugün kazandıklarınızdan daha çok kazanamayacaksanız ona yatırım yapmazsınız. Oysa güzellik eksilen değerdir. Siz bugün çok güzel olabilirsiniz; ama yarın bu güzelliğiniz eksilecek. Bu nedenle bizim anlayışımıza ters giden bir durumla ben bağdaşamam ve sizinle evlenemem. Ama isterseniz sizinle arkadaş olabilirim!”
Adam kendi değer yargısına göre hüküm verirken çelişkiye düşmüyor; çünkü hayata bakışı hep “yükselen değer” üzerinedir.
Evet, “yükselen değer” aslında önemli bir vurgudur. Yarını, bugünden düşünmenin bir yolu-yordamıdır. Her insanın, hatta her uygarlığın kendilerine özgü bir yükselen değeri vardır ve olmalıdır. Batı’nın yükselen değeri paradır ve bunun çocuğu hazdır. Peki, İslam âleminin ve Müslümanın “yükselen değeri” nedir? İslâm’dır ve sonsuzluk duygusudur, öyle olmalıdır. Böyle olursa, hayat çelişkilerden uzak kalır ve insanı yormaz. Bugün müslümanlar çok yorgun iseler, bunun nedeni, yükselen değerlerinden uzak yaşamalarıdır.
Batı’nın yükselen değerinin kurucusu ve taşıyıcısı filozoflardır. Aklı tek değer olarak öne çıkardıkları için rasyonalite, yani akılcılık bunlarda önemli bir yer tutar. Her şey dünyada, dünyadan ve dünyacadır ve bu düşüncenin sonuçlarına katlanmak da onların işidir.
İslam âlemi ne yapıyor? Bugün karman çorman bir düşünce algısının içinde adeta can çekişiyor. Ne sonsuza çıkan düşünce dünyasından vazgeçebildi, ne de dünyanın albenisini kendinden uzaklaştırabildi. Bizim yükselen değerimizin taşıyıcısı ve kurucusu peygamberlerdir. Bunlar aklı önemsedikleri kadar, Külli Akl’ın (Allah) ayetleri doğrultusunda bir hayat tasavvuru sunarlar, insanlığa.
Mutlak aklın taşıyıcısı filozofların özel hayatına baktığınız zaman müthiş bir dram ve trajedi gözünüze çarpar: Neredeyse aklını yele vermeyen bulunmaz içlerinde; dramatik bir hayat yaşamışlar ve en büyük problemleri de ölüm olmuştur; çünkü aklın tek başına ölüme direnebilmesi mümkün değildir. Bunların ve oluşturdukları uygarlıkların çocuklarının yükselen değerleri, elle tutulur, gözle görülür olmalıdır ve bu değer, onları dünyada haz içinde yaşatmalıdır. Bunun için de her yol meşrudur.
Aklını vahiyle aydınlatmış müslümanlar ve onların medeniyetleri, bu anlayışın tam tersi bir durum arz etmektedir. Burada yükselen değer İslâm, amaç Allah’tır ve her şey onun kuludur. Onun yarattığı akıl, ona meydan okuyamaz; böyle yaparsa kendisi ile çelişir ve mutsuz olur. Bu nedenle müslüman düşünürlerin hayatlarında dram ve trajedi söz konusu olamaz; çünkü onlar, ölümü çözmüşler ve sonsuzluğa yürüyüşün biniti yapmışlardır. Sorumlu oldukları bir makamın varlığından haberdardırlar. Vicdan, sorumluluk anasının nazenin çocuğudur. Çıkışı olmayan yol insanı bunaltır.
Başka ülkelerde pek olmayan ve ülkemizde yaşanan en büyük ayrışma, bir yanda trajedi ve dramı içlerinde taşıyanlarla, diğer yanda sonsuzluğa doğru çıkış yapmak isteyenlerin uygarlık ve medeniyet çatışmasıdır. (Uygarlık ve medeniyet eş anlamlı değil, tam karşıt iki kavramdır. Uygarlık, aklın hegemonyası, aklın yeryüzünde tanrılaşması, medeniyet ise akıl ile vahyin evliliğinden doğan aydınlık bir fanilik yurdudur. Birinin amacı dünyadır, diğerinin aracı dünyadır.) Bu iki çıkış aynı anda denk güçlere sahip olduklarında kavga eksik olmaz.
19. yüzyılın uygarlık çıkışıyla, İslam Medeniyeti’ni kısmen de olsa temsil eden Osmanlı gidince, onun bakiyesi üzerinde iktidarı ele geçirenler uygarlıktan yana tavır koyunca, medeni dünyanın kalıntısı müslümanlar mağaraların içine girmek zorunda kaldılar, çünkü yeni hayat onlara kapalıydı. Bugün, medeniyetten yana tavır belirleyenler bir biçimde iktidarı ellerine geçirince, bu sefer uygarlık savunucuları, altlarındaki zeminin kayıp gitmesinden müthiş bir biçimde kızgınlar. Böyle olması da doğaldır. Yani bizdeki çatışma araç üzerine değil, amaç üzerinedir ve derindir.
Ee, şimdi “yükselen değer nedir?” sorusunu kim daha iyi anlar ve analiz edebilirse, gelecekte de onların sesi çıkacaktır. Müslümanlar için yükselen değer sadece İslâm’dır. Önümüzdeki zamanlarda tüm dünya Müslümanları hayatın her safhasında İslâm’ı kendilerine yükselen değer olarak belirlerse, yeniden bir diriliş, kıyamet sabahına doğru yaşanacaktır. Bir doğa kanunu var ki, her kıştan sonra bahar gelir.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT