1. YAZARLAR

  2. D. Ali TAŞÇI

  3. ZAFER GÜNLERİ MÜSLÜMANLARI SELAMLIYOR
D. Ali TAŞÇI

D. Ali TAŞÇI

Yazarın Tüm Yazıları >

ZAFER GÜNLERİ MÜSLÜMANLARI SELAMLIYOR

A+A-

 

 

                Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinden bir hikâye ile başlayalım; çünkü bugüne ışık tutmaktadır:

                Bir bahçıvan bağına bakınca, orada hırsıza benzer üç kişi gördü. Bunlardan biri din adamı, öbürü sufi (derviş) ve üçüncüsü de eşraftan biri idi. Bunların her üçü de vefa bilmez, hak tanımaz kişilerdi.

                Bahçıvan onları bahçesinden atacak, ama onlar üç kişiler ve güçlüler. Öyleyse bir plan hazırlamalıyım, diye düşünmüş ve üç kişiyi birbirinden ayırma kararı almış. Hileye başvurdu; önce Sufi’yi kandırarak onu eve gönderdi. Arkasından da Din Adamı’yla Zengin’İ övmeye başladı, onları abartılı sözlerle yüceltti ve onlara“Onun bunun sırtından geçinen bu pisboğaz Sufi de kim oluyor ki, sizin gibi asaletli, yüce insanlarla oturup kalksın? Gelince onu yanınızdan uzaklaştırın, kovun gitsin. Siz de bu güzel bahçemde bir hafta kalın, bağımda misafirim olun.” dedi.

                İçlerine bir şüphe düşürdü, onları kandırdı. Hâlbuki arkadaşlardan ayrılmak yakışmazdı.

                Sufi gelince onu yanlarından uzaklaştırdılar. O da uzaklaşıp gitti, ama Bahçıvan, eline almış olduğu kocaman sopayla Sufi’nin peşine düştü ve onu yakaladı: “Ulan şerefsiz! Bu ne biçim sufilik? Bu nasıl dervişlik? Fırsat bulunca onun bunun bağına girerek hırsızlık yaparsın ha!” diyerek çok feci bir şekilde dövdü, kafasını yardı. Sufi, Bahçıvan’ın gizli niyetini anladı, fakat iş işten geçmişti. “Siz beni yabancı sandınız, ama ben bu canavardan da yabancı mıydım?” diye diye uzaklaşıp gitti.

                Bahçıvan, Sufi’yi yola koyduktan sonra, yine o çeşit bahaneyle diğerlerine döndü ve Zengin’e: “Ey şerefli adam, mal ve mülkün sahibi! Senin burada böyle aç bir şekilde oturman yakışmaz. Bizim evde çok leziz yemekler pişmiş; sen de eve git ve bir güzel karnını doyur.” diyerek Zengin’i eve yolladıktan sonra, Din Adamı’na dönerek: “Ey keskin görüşlü kişi! Sen âlimsin, senin büyük bir bilgin olduğunu herkes biliyor. Arkadaşın ise parasıyla, malıyla şerefli olduğunu söylüyor; oysa o ahmağın biri…” gibi sözlerle Din Adamı’nı boş sözlerle kandırdı.

                Ardından Zengin’in peşinden eve gitti ve onun yanına varınca: “Ey eşek! Sen bu bağa girmekten utanmadın mı?” diyerek, Zengin’i sopayla dövdü ve perişan bir hale getirdi. Zengin, harap haliyle, Din Adamı’nı hayalinden geçirdi : “ Ben sıçradım, sudan çıktım; şimdi sen yapayalnız kaldın,  ayağını denk al! Artık davul gibi karnına tokmak yiyedur!”

                Bahçıvan, Zengin’i dövüp ondan kurtulunca geldi, Din Adamı’nı buldu. Ona dedi ki, “Sen Din adamı mısın? En günahkârlar bile senden utanırlar. Ey eli kesilesi, bağa girmek için sen kimden izin aldın? Bu mu senin fetvan?” Din Adamı:

                “ Hakkın var, vur! Vur ki, fırsat eline geçti. Dostlardan ayrılanın lâyıkı budur!”

                Osmanlı İslam Birliği içerisinde yaşayan Müslümanlar, beşeri dürtülerin esiri konumuna düşünce, bir Bahçıvan (emperyalizm), onların içerisinde kardeşçe yaşayan grupları birbirine düşürdü ve ayırdı. Ayrılığın acısını hâlâ çekiyorlar. Suç, emperyalizmden çok, kendi içlerindeki kokuşmuşluktan kaynaklandı. Emperyalizm insanlığın çürümesinin adıdır. Kendi bünyende çürüme varsa, cins, cinsini çeker misali, bünyedeki çürüme, uluslar arası çürümeyle bütünleşti ve ortalık yara bere haline büründü.

                Maalesef bugün, dünya insanları bu çürümüşlüğe mahküm. Yeryüzünün bir adil jandarması yoksa o yeryüzünde adaletten söz etmek, hukukun üstünlüğünü hatırlatmak bahçıvanları sadece güldürür. Dünya cehennemi, metafiziksel endişe taşımayan, dolayısıyla sorumluluk duygusu gelişmemiş ve insanlığını sele vermiş insanların yönetiminde yaşamanın adıdır.

                Hakk’ı tanımayanların hukuktan söz etmeleri bir garabettir, ancak bu garabete inanan Müslümanların hâli ise rezillik ve perişanlıktır.

                Ülkemizde gelişen tüm olay ve olguların temelinde, önceki yazımda da değindiğim gibi, amaç kavgası vardır. Biz bu topraklarda metafiziksel açılımlarla medeniyetler kurduk. Burada bu açılım olmadan adil bir sistem kurulamaz ve kavgalar da eksik olmaz. Bir bahçıvan girer bahçemize ve bahçenin asıl sahiplerini birbirine düşürerek bahçeyi ele geçirir.

                Dünyadaki bütün olumsuzluklardan, evet, Müslümanlar sorumludur. Müslümanlar, Allah’ın sistemi içerisinde yaşamış olsalardı, güneşi içlerinde taşıyacak ve tüm insanları aydınlatacak ve karanlığı yok edeceklerdi. Dünyadaki karanlık, “güneşi ceplerinin astarı içerisinde kaybetmiş” Müslümanlar yüzündendir.

                Ama bir durum var: Uykularından uyananlar ve pencerelerinin perdelerini aralayanlar, Doğu’dan yükselen güneşle aydınlığın haz ve mutluluğunu içlerinde duyuyorlar ve en az bir asrın karanlığını arkada bırakmanın huzurunu içlerinde hissediyorlar. Zaman, yeryüzü Müslümanlarının zamanıdır, anlayana ve okuyabilene!

                “ Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır. O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.) Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.” ( Âl-i İmran, 140)

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Yeni dezenformasyon yasası ve kişisel verilerin korunması kanununa göre; kişilik haklarına yönelik her türlü yayın suç teşkil ettiğinden, kurallara aykırı yorumlar onaylanmamaktadır. Lütfen bir aşağıdaki facebook yorumları bölümünü kullanınız
2 Yorum