ZİHİN ZEHRİ: “BANA NE!”
Sıkışınca “bana ne” diyerek işin içinden çıkmaya çalışmak, sorumluluktan kaçmanın bir söylem biçimidir. Kendini bilen bir insanın ulu orta bu sözü söylememesi gerekir.
Siyasete girmiş başarısız olmuş, bürokraside hakeza öyle; bu nedenle de özgüvenini kaybetmiş insanların ağızlarına pelesenk ettikleri bir söylemdir, “onun sorunudur, bana ne.”
Apartmanda yan komşunun evi yanıyor, bu durumda, ev benim değil diye “bana ne” diyebilir misin? Can havliyle apartmandan dışarı çıkmaya çalışırsın; çünkü biraz sonra ateş senin evi de saracak.
Ya da adam havaya zehir sıkıyor; buna da “bana ne” diyemezsin; çünkü o zehir biraz sonra burnunun dibine gelecek ve seni de etkileyecek. Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Siyasette zihniyetini hayata hâkim kılmaya çalışan partiler vardır. Ya da hayata hâkim olan bir zihniyetin canhıraş savunucusu ve koruyucusu olan partiler, politik arenanın baş koşucusu olarak meydandadırlar. Kendileri iktidar olmasalar bile zihniyetleri uzun yıllardan beri iktidarda bulunmaktadır.
Böylesi durumlarda senin iktidar olman ve kurulu zihniyetle çatışmadan onu devam ettirmen, zihniyet kurucunun gazabını çekmez, bilakis memnun olur; “zihniyetinin hamalları”nı kahvesini içerek uzaktan keyifle seyreder.
Bir zihniyeti hayata hâkim kılmanın et etkin yolu, oranın eğitim sistemini ele geçirerek kendi zihniyetini kuşakların zihnine ekmektir. Uzun yıllardan beri ülkemizde yapılan budur; teşhis konul(a)madan orta yere saçılan ilaçlar hepimizin bir tarafını alıp götürmüştür.
Şu anda ülkemizde “muhafazakâr” bir iktidar bulunmasına rağmen, gençlerde “manevi boşluğun” doğurduğu sallantılar had safhaya ulaşmışsa, bu durumda kurulu zihniyeti sorgulamaktan başka çıkar yol var mıdır? Neden ve niçin böyle oluyor?
Bu halk, bu millet, gevşek davransa da, çoğunlukla müslümandır. Anasınıfına “besmele” ile gönderdiği çocuğu, üniversiteden “ateist – deist “ olarak karşısına çıkıyorsa, bu düzeneğin kuruluşunu sorgulamak hakkına sahip değil midir?
Orta yerde paslı bakır bir tas vardır; siz taze sütünüzü bu tasa koyarsanız, süt bozulur, onu içenler zehirlenir. Ya tası değiştireceksiniz yahut iyi bir şekilde onu kalaylayacaksınız. Bugün bu eğitim sisteminden geçip de tasın pasından etkilenmeyen bir Allah’ın kulu mevcut değildir. Bunun tersini söylemek işin doğasına aykırıdır.
Milli Eğitim’de bakanların değişmesi ile zihniyetler değişmiyor. Bakan çok iyi çalışıyorsa kurulu zihniyet daha bir palazlanıyor. Bugün Milli Eğitim’in üst kademesinde bulunanların “bana ne” demediklerine inanıyorum. Milli Eğitim’i geçtik, devletin en üst biriminde olanların kendi içlerinde bile bir “zihniyet” savaşı yaşadıklarını hissediyorum; fakat ne yazık ki sonuç değişmiyor.
Dünya düzeni, zalim dünya düzenine entegre olmuş kurulu bir hayat ve ışık yakmanın “yasak” olduğu bu karanlık dünyada, mumu kendi içinde yakmak ve yanmaktan başka çıkar yol bulamamanın getirmiş olduğu akıl ve gönül feryadı, küçümsenecek bir şey değildir.
Vakit daralmış olmasına rağmen, eğitimde birinci vazife, kendi kültür ve medeniyetini tanıyacak, insanın fıtri yapısını bilecek, ruh bayrağını kirletmeden taşıyabilecek; “ne dediler”e boyun eğmeden hakikat medeniyetinin maratoncusu olacak öğretmenler yetiştiren okullar açmak, bakanlığın birinci hedefi olmalıdır. Öğretmen meselesi çok ciddi olarak ele alınmalıdır. Siz nasıl müfredat hazırlarsanız hazırlayın, bu müfredatı sınıfta öğretmen işleyecektir.
Üst kademe bunları yaparken “bana ne” diye kenara çekilen “zavallı dindar”ları uyarmak da Medine bilinci taşıyan güzel insanların işi olmalıdır.
Sabır ve güzellikle fethedilmeyecek hiçbir coğrafya ve gönül yoktur; yeter ki, “bana ne” zihin zehrinden kurtulalım.
D. Ali TAŞÇI (dalitasci@hotmail.com) Twitter:@DAliTasci
YAZIYA YORUM KAT